
Özellikle AKP iktidarı boyunca ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bir mesele olan “Kişiler laik olmaz devletler ve kurumlar laik olur.” “Laiklik, devletin tüm yurttaşlarının din ve vicdan hürriyetini sağlamasıdır” gibi söylemlerle “laik” ve “laiklik” kavramlarının içinin boşaltıldığını görüyoruz. Peki bu gerçek mi, yoksa bir safsata mı? Bu yazının amacı laik ve laiklik kelimelerinin anlamlarını ve Fransız Devrimi ile Kemalist Devrim'in laikliğe bakış açılarını kısaca gözden geçirmek olacak.Laik kelimesi, Latincede din işleriyle ilgisi olmayan anlamındaki “laicus” kelimesi ile Yunancadaki “halktan olan” anlamındaki “laïkos” kelimelerinden türemiştir. Fransızcada ise 12. yüzyılda, ruhban sınıfından olmayan, dinsel buyrukları kabul etmeyen dinsel inançlara karşıt olan anlamında kullanılıyor. Laiklik ise kurumlara din dışında bir nitelik verme öğretisidir. Sivil ve dinsel toplumun ayrılması ilkesine göre devlet, hiçbir dinsel gücü kullanamaz din de hiçbir politik gücü...1 Yani en basit düzlemde laiklik kelimesi doğru kullanıldığı taktirde; laik kişi din dışı kişi, laik devlet ise din dışı devlet oluyor. Buradaki kavram karmaşası bizleri çoğu zaman yanıltmaktadır.Laiklik kelimesinin temel mesele haline gelmesi ve bugün laik kelimesinden anlaşılan şekline dönüşmesi 300 yıllık bir süreçtir. “Laik alan” ilkel hali ile din dışı alan tartışması tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla tek tanrılı dindarların talebi oluyor. Hıristiyanlık'ın ilk yıllarında Hz. İsa şöyle söylüyordu: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Allah’ın hakkını Allah’a verin” (Matta 21,22) Bu sözle dinsel alanla (Allah’ın hakkı) devlet alanının (Sezar’ın hakkı) ayrılmasını amaçlıyordu. Çünkü o zaman devletin karışması dine baskı biçiminde olmaktadır. Hıristiyanlar 300 yıl “Sezar’ın” baskısı altında kalıyor.2 Buradaki talebin, günümüzün burjuva-kapitalist laiklik talebiyle aynı olduğunu söylemeyiz. Buradaki talep, devletin din dışı olması maddi kaynaklara dayanması değil, devletin din kurumuna baskı yapmaması yönündeydi. 1789 Fransız Devrimi’nde devrim ile kilise arasında savaş çok ciddi boyutlardaydı. Kilise devletin kiliseden uzaklaştırılmasına karşı çıkıp devrimle savaşa girmiş, kilisenin malları devletin kontrolüne alınmış, bazı kiliseler tahrip edilmiş, bazı kiliseler yerel belediye binalarına dönüştürülmüş ve kiliselerdeki İsa heykellerinin yerini İnsan Hakları Bildirgesi almıştı.Fransa devrimlerinin hepsinde kiliseye karşı alınan tavır laiklik düzleminde olmuştu. 1880’de gizli tarikatların hepsi kapatılmış, 1900’de rahiplerin elinden öğretim hakkı alınmış, 1905’te ise devlet ve kilise tamamen ayrılmıştır. Fransız devriminin önderlerinden Robespierre 1794 yılındaki söyleminin bir kısmında; “Aklın özgür olabilmesi için inanç özgürlüğüne saygı gösterilmelidir. Ama inanç özgürlüğü de kamu düzenini bozmamalı ve komplonun bir aracı haline gelmemelidir. Eğer karşı-devrimci niyetler inanç özgürlüğünün arkasına saklanacak olursa onu ezmek zorundasınız." 3 der. Robespierre din ve devlet işlerinin ayrılmasında inanç özgürlüğünün korunmasının ve kilisenin inanç özgürlüğü altında devlet aygıtının içine sızmamasının önemi vurgular. Kemalist Devrim ve LaiklikKemalist Devrim’de laiklik anlayışına kısaca göz atmakta fayda var: Türkiye’de laiklik, Kemalist Devrim ile birlikte bir ortaya çıkan bir olgu değildir. Osmanlı Devleti zamanında azınlıkların bazı problemlerini çözmek için kilisenin devredışı bırakılması, laikliğin ilk nüveleri olarak görülebilir. Ayrıca çöküş döneminde çözüm olarak görülen Batı taklitçiliğinde atılan adımlardan bazıları, istenmese de, Osmanlı devletini şerr-i kaynaktan dünyevi kaynağa geçemeye, tarihsel olarak zorluyordu. 1857’de Maarif-i Umumiye Nezareti’nin kurulması, bu konuda atılan en önemli adımlardan biridir. Bu bakanlıkla beraber yeni okulların kurulması, devletin dinsel açıdan çıkmaya başlayan ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti. 1880’de kurulun Hukuk Mektebi ise, yargıyı din adamlarının elinden almak için atılmış adımlardan biridir. 1916’da Ziya Gökalp Şeyhülislam'ın bakanlardan kurulundan çıkartılmasını ve Şeyhülislam'a bağlı olan mahkemelerin Adalet Bakanlığı'na bağlanmasını savunur. Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte atılan adımlar çok daha keskin ve hızlıdır. 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılması başlı başına bir devrimdir. Cumhuriyet'in laiklik anlayışına bakacak olursak, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 13-14 Mayıs 1939 tarihlerinde yaptığı kongrede laik şöyle tanımlanır:“Fırka, devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usüllerin, bilim ve fenlerin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve tatbik edilmesini prensip kabul etmiştir.”“Din kavramı vicdani olduğundan fırka din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür.”İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, Altı Ok’un anayasaya alınmasına ilişkin TBMM’de 5 Şubat 1937’de yaptığı konuşmada söylediklerini de kaleme almak önemlidir:“Bizim davamız bu hakikatin çok fevkinde bir davadır. Biz diyoruz ki, dinler, vicdanlarda ve mabetlerde kalsın, maddi hayat ve dünya işine karışmasın. Karıştırmıyoruz ve karıştırmayacağız.”Laik devletin belirleyicisi, egemenlik kaynağıdır. Egemenliğin halktan alındığı bir devlet, laik devlet olma özelliği taşır. Devletin kaynağı maddidir. Göksel veya vicdani kaynaklara dayatılmaz. İslam ülkelerinde bu koşulu bir dönem sağlayabilmiş tek ülke Türkiye’dir. Çünkü laiklik, din ve devlet kurumlarını ayırmakla yetinmemiş, dini kurumları yönetme ve dinin devlete karışmasını önleme yetkisini de devlete vermiştir.Bu yüzden devleti yönetecek kişilerin vicdani inançları, devletin ideolojisini yansıtamaz. Devleti yöneten kişiler referansını göksel veya vicdani kaynaklardan değil bilimden alan kişiler olmalıdır.“Tabi laik devletlerde.” 1) Bilim ve Ütopya Haziran 2012 sayı 216 Dr. Şükrü Günbulut-Laikliğin Kökenleri s.222) Bilim ve Ütopya Haziran 2012 sayı 216 Dr. Şükrü Günbulut-Laikliğin Kökenleri s.233) Robespierre-Ayaklar Baş Olunca (Jakoben Söylevler) İlk Eriş Yayınları Birinci Baskı s.104