Muammer Sun’u, 16 Ocak 2021 günü yitirdik. O, Cumhuriyet müzik tarihinin ikinci kuşağının çok değerli bestecilerinden biriydi. Gelenekselle evrenseli birleştirmeyi başarmış bir müzisyendi. Düşünürdü. Eğitimciydi. Yazardı. Cumhuriyet’in kültür-müzik ve müzik eğitimi politikasının ne olması, neler yapılması gerektiği konusunda düşünmüş, görüşler geliştirmiş, görüşlerini cesaretle savunmuş, uygulamış bir müzik insanıydı. Her olanağı kullanarak toplumunu müziğiyle, kültürüyle çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmeyi amaçlamış, Türkiye’nin müzik sorunlarının çözümüne ilişkin görüşler geliştirmişti.
Sanırım Sun’u en iyi kendi anlatımıyla tanırız:
“Müzikte; yetenek, çalışma ve çevre önemli… Ben gece gündüz boyuna çalışırım deli gibi. Bu kadar eser, kitap çalışmadan olmaz. Bir yandan kendinizi dolduruyorsunuz, kitap okuyorsunuz, resim bakıyorsunuz, seçtiğiniz filmleri seyrediyorsunuz, müzik eseri inceliyorsunuz, dinliyorsunuz ki verecek bir şeyiniz olsun.
Keyifle çalışıyorum. Müzik yazmazsam, yazı yazmazsam, düşünmezsem bence hayatın anlamı kalmaz. Herkesin dediğini dinliyor, alacağımızı alıyor kendimize özgü sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz. Belki çalışkanlıkta Adnan Saygun gibi olmayı isterim. O, çok çalışkandı; çok eser verdi, çok titiz çalışırdı. Ne kendini ne de başkasını kandırırdı. ‘Her nota kendi hesabını vermeli’ derdi. Bach bu konuda en iyi örnektir. Onun eserlerinde bir notanın yerini değiştiremezsiniz, yaparsanız bütün eser bozulur.
Konservatuvarı 1960 yılında bitirdiğimde, Türkiye’nin düzeni değişmelidir genel fikrine uygun olarak müzik, kültür ve sanat düzeni de değişmelidir diye düşünüyordum. Bu doğrultuda yazılar yazmaya başladım. 1969’da bu yazıları, 300 sayfalık büyük boy, Türkiye’nin Kültür Müzik Tiyatro Sorunları isimli bir kitapta topladım. 1974’te Ecevit iktidara geldiğinde, Murat Katoğlu dostumla birlikte, kültür-sanat sorunlarımız ve çözümleriyle ilgili konuları kapsayan bir rapor hazırladık; rapor Ecevit'e ulaştırıldı. Daha sonra, aynı rapor, 1993’te, Ahmet Say’ın Ansiklopedi Yayınları arasında Türk Kalarak Çağdaşlaşmak adıyla kitap olarak basıldı.
TOPLUMA BORCUMU ÖDEMEK İSTİYORUM
Elimden geldiğince müzik bestelemeye, kitap yazmaya çalışıyorum. Bu toplum beni Askerî Mızıka Okulu’nda besledi. İlkokulu, konservatuvarı okuttu; ben de toplumuma olan borcumu ödemek istiyorum. Ben halktan biriyim, annem, babam Yenice Köyü’nden Ankara’ya gelip yerleşmişler, okuma yazma bilmezlerdi. Üvey babam da bilmezdi, ama halk kültürüne sahiptiler. Annem çok güzel masal anlatır, güzel konuşur, türkü söylerdi. Babam da güzel masal anlatırdı. Askerî Mızıka Okulu Türkiye’nin askeri müzikle ilgili birikimini öğrenmemi sağladı. Ev geçindirmek için çalgıcılık yapmam, eğlence hayatının olumlu olumsuz yanlarını tanımama vesile oldu. Konservatuvar eğitimi de bana, en yüksek düzeyde müzik eğitimi verdi. TRT Yönetim Kurulu üyesi olmam Türkiye’nin bütününün müzik gelişimine, doğru gözle bakmama yardımcı oldu.
Kendim için ya da dar bir çevre için müzik yazmadım. Türk insanı için yazdım. ‘Avrupa’da, Amerika’da müziğim çalınsın’ diye bir derdim olmadı, fakat eserlerimizin yurtdışında çalınmasının, ülkemiz bakımından olumlu etkileri oluyor. Birçok eserim yurtdışında çalındı. Tıpkı bir Fransız ya da Alman çocuğu, nasıl kendi müziğini özümseyerek büyürse, ben de kendi toplumumun kültürüyle büyüdüm. Fakat bizde farklı bir durum var, çağdaşlaşma düşüncesi, ‘Batılılaşma’ gibi anlaşıldı ve yanlış uygulandı. Geleneksel kültürümüzden çok Batı kültürü üzerimizde etkin kılınmaya çalışıldı. Batı kültürü elbet insanlığın ortak kültürüdür. Homeros’tan Karl Marx’a, en yeni düşünürlere kadar felsefesiyle, edebiyatıyla, müzik eserleriyle, resmiyle insanlığın ortak kültür birikimini tanımadan bir şey yapmak mümkün değil de kendi kültürümüzü tanımadan bir şey yapmak mümkün mü? Onun da mümkün olmadığına inanıyorum.
Doğu-Batı sentezi lafı da hoşuma gitmiyor. Besteci, yazar, ressam olarak bir yaratıcı, insanlığın ortak kültürünü –ki bunun içinde Batı, Rus, Hint, Çin, eski Mısır, Mezopotamya uygarlıklarının katkıları var– olabildiğince iyi özümsemeli… Kendi toplumunun kültürünü daha da ağırlıklı olarak özümsemeli… Asya’da kurulmuş Türk devletlerinden, Hun'lardan, Göktürklerden, Uygurlardan, vb. Selçuklulara, Osmanlılara kadar, eski Türk toplumlarını ve onların yarattığı kültür-sanat birikimini olabildiğince tanımalı, onlardan alabildiğini almalı. Ve bir de kocaman Anadolu kültür-sanat birikimi var. Asya’dan getirdiklerimizle Anadolu'da bulduklarımızın kaynaşmasından oluşan, bizim toplumumuzun, 1000 yıllık süreç içinde yarattığı ürünler var. Demem o ki, tarihiyle ürünleriyle Anadolu kültürünü de iyi tanımalı… Bir de bugünkü gerçeğimiz var. Binlerce eserden oluşan kocaman bir klasik Türk müziği repertuarı, kocaman bir halk müziği repertuarı var. Halk müziğimiz Karadeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu, Trakya, Batı Anadolu vb. hepsi son derece zengin bir kültürün öğeleri, bunları iyice özümsemeden dünya kültürünü bilmek bir işe yaramaz. Bir besteci, hem dünya kültürünü, dünya müziğini hem de klasik Türk müziğini ve halk müziğini bilmeli… Bunları bilmek, bizim üzerimizde bilgi ve duygu olarak derin bir etki yapacak… Sonra bunların hepsini bir kenara koyup, kendi müziğimizi yazmamız lazım. Asıl sorun kendi sözümüzü söylemektir.
Sizin özgün sözünüz ne? Müzik besteliyorum; Bach gibi mi beste yapayım, yoksa Beethoven gibi mi? Bartok ya da Stravinsky gibi mi? Yoksa Dede Efendi gibi mi, Hacı Arif Bey gibi mi? Bu bestecilerin her biri, bilgi ve kültür olarak alabildiklerini almışlar, ama bir başkası gibi beste yapmamışlar. Her biri kendine özgü bir müzik yaratmış. Bu farklılıklar, insanlığın ortak müzik kültürünü zenginleştirmiş, onlar eserleriyle insanlığın ortak kültürüne katılmışlar katkıda bulunmuşlar. Kısacası besteci olarak, her şeyi öğrenmeye, özümsemeye çalışacaksın ve kendi müziğini, kendine özgü müziği yazacaksın. Sorun bu. Ben müzikte işte bunu yapmaya çalışıyorum. Bu bakış açısının her alanda geçerli olduğuna inanıyorum.
KÖY ENSTİTÜLERİ SANATA UYARLANMALI
Atatürk, işi konservatuvar kurarak başlatmış. bir model yaratmış yani Türkiye’nin herhangi bir yerinde, bir şey yapacaksan, insan yetiştirerek işe başlayacaksın. Benim düşüncem bölge konservatuvarlarının, kurulmasıydı.
Muhsin Ertuğrul’un bölge tiyatroları düşüncesi başarılı olmadı. Büyük şehirlerden giden oyuncular gittikleri bölgeye uyamadılar, mutsuz oldular. Yani taşıma suyla değirmen döndürülemedi. Yetenekli çocuk Türkiye’nin her yerinde var; örneğin Adana’da tiyatro mu, tiyatro okulu mu açmalıyız? Benim yanıtım okul açmalıyız. Bu akarsuya ark açmaktır. Çalgı çalan çocuklar 3–4 yıl içinde öğrenci konseri verecek hale geliyorlar. Akrabaları, arkadaşları, tanıdıkları mutlaka onları izlemeye gelirler. ‘Bizim Ayşe, Memet çalıyor gel gidelim’ diyecekler. ‘Orkestra bizim’ olacak, 'tiyatro bizim' olacak. Yetenekler ortaya çıkacak, sanatçılar yetişecek, halkın benimsemesi kolaylaşacak. Köy Enstitüleri fikri gibi... Köyde yetişen insanın köyünde kalıp, köylüleriyle ilişki kurmasının, çalışmasının daha rahat, daha kolay, daha kalıcı olması gibi...”
ÇOCUKLUĞU VE EĞİTİMİ
Sun’un annesi ve babası, Çubuk kazasının Yenice Köyü’nden Ankara’ya gelip, Doğanbey Mahallesi’ne yerleşirler. Sun, 1932 yılında orada doğar ve beş yaşındayken babasını kaybeder. Annesi yeniden evlenir. Aşçı olan üvey babasının, ölen eşinden dört çocuğu vardır. Bu evlilikte doğan beş çocukla birlikte on kardeş olurlar. Sun, ilkokula giderken üvey babasının aşçı dükkânında ona yardım eder. Yemek dağıtır, bulaşık yıkar, temizlik yapar. Bazen elinde su testisiyle Hergele Meydanı’nda su satar. Bir meslek sahibi olsun diye onu sanat okuluna yollarlar. Birinci yıl deneme yılıdır. Üç ay demirci, üç ay marangoz, üç ay tesviyeci olarak eğitim görür. 7. sınıfa geçer. Bir yıl ara verip berber çıraklığı yapar. Subay olmak amacıyla yeniden okumaya karar verir ama bir yıl ara verdiği için Kuleli’ye alınmaz.
Bir tesadüf eseri 1946’da Askerî Mızıka Okulu’na girer. Askerî Mızıka Okulu’nda beste yapmaya başlar ve besteci olmaya karar verir ama bu okulda beste eğitimi veren bir bölüm yoktur. Devlet Konservatuvarı’na girmek ister; fakat gördüğü yatılı askeri eğitimin bedelini ödemesi gerekir. Ailesinin bedeli ödemesi olanaksızdır. Bir hukukçunun verdiği akılla okuldan kaçar. Okul müdürü ve hocaları ne amaçla kaçtığını bilirler. “Uzun süre firarda kaldığı için kaydı lüzumsuz görülmüştür” diye bir karar verilerek okuldan çıkarılır. Böylece, 1953’te Ankara Devlet Konservatuvarı’nın sınavına girebilir. Sınav jürisinde; Saygun, Akses, Erkin, Türkay, Fenmen gibi çok değerli hocalar vardır. Sun’u beğenir, bir sınıf atlatarak konservatuvara alırlar. Muammer Sun, Saygun'un öğrencisi olarak 1960 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü'nden pekiyi derece ile mezun olur.
YURT RENKLERİ VE DİĞER ESERLERİ
Muammer Sun eserleriyle ilgili olarak şunları söylüyor: “Orkestra, koro, orkestra ve koro için birçok eser yazdım. Yurt Renkleri adlı eserimle, 1966’da TRT yarışmasını kazanmıştım. Demet adlı bir eserim var, halk türküleri ve oyun havalarından oluşan, Ses ve Orkestra İçin On Türkü adlı bir başka eserim var.
1987’de, Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıldönümünde ses ve ışık gösterisi için bir eser ısmarladılar. Ben kalıcı bir eser olması için çok özendim. Koro, solistler ve orkestra için Milli Egemenlik Destanı, sürekli icra edilir.
Çerkez olan eşim için, Çerkez havalarından ve benim de kattığım parçalardan oluşan üç bölümlü Çerkez Suiti’ni yazdım. İzmir Belediye Başkanı rahmetli Piriştina’nın ve onun danışmanı Katoğlu’nun istekleri üzerine İzmir Rapsodisi’ni, yine İzmir’in ısmarlaması ile metnini Turgut Özakman’ın yazdığı Delioğlan isimli müzikali yazdım. Senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı, Kurtuluş ve Cumhuriyet filmlerinin müziklerini besteledim. Bu müzikler çok sevildi. Kültür Bakanlığı’nın ısmarladığı Üç Destan diye Çanakkale, Sakarya ve Büyük Taarruz’u anlatan, metnini Turgut Özakman’ın yazdığı bir eserimiz daha var. Koro, konuşmalar ve orkestra için… Turgut ona ‘müzikli anlatı’ dedi. Çanakkale, Sakarya ve Büyük Taarruz, hem sözle hem de müzikle anlatılıyor. Bu eser de çok beğenildi. Müzik yazmaya devam ediyorum. Kültür Bakanlığı, 2002'de Nazım Hikmet’le ilgili bir eser ısmarlamıştı, bu eser ilk kez 19 Ekim 2006’da Ankara’da icra edilecek.”
Feyziye Özberk
Aydınlık
Kaynak: Bilim ve Ütopya Dergisi, İz Bırakanlar Dosyası, Ekim 2006.
tgb.gen.tr