YAZAR
Ülkemiz üzerindeki Atlantik tehdidinin ağırlaştığı günlerden geçiyoruz. Karadeniz’den Umman Denizi’ne uzanan cephede Türkiye ve dostları ABD-İsrail odaklı tehditlerle yüz yüze. Bu tehditlerin, çelişmelerin odaklandığı ve keskinleştiği cephe ise: Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan’ımız. “Amerika geri döndü” şiarıyla Amerika’nın harap olan küresel hegemonyasını yeniden kurmayı hedefleyen Biden yönetiminin Türkiye’deki amaçları da bu cepheden şekilleniyor.
RAND Corporation raporlarında çizilen Türkiye’yi girdiği rotadan çıkaracak hükümet değişikliğinin bu cephe üzerinden zorlanacağı Atlantik eylemlerinden belli oldu. İtalya’daki AB karargahından yönetilen, Yunan kaptan komutasındaki Alman gemisinin Türk ticaret gemisine yönelik silah zoruyla gerçekleştirdiği eylem iki olayın göstergesi: Birincisi, önümüzdeki dönem dış tehditlerin iç cepheyi belirleyeceği bir dönem olacak. İkincisi, Atlantik emperyalistleri Türkiye’ye karşı silah zoruyla eylemlere girişmekten, silah kullanmaktan kaçınmayacaklar.
Dostluğun Kurulacağı Zemin: Ortak Tehdit, Ortak Çıkar
Karşımızdaki silahlı, donanmalı tehdidin arkasındaki güçler ortada: ABD ve Biden liderliğinde birleşen Yunanistan, Fransa, GKRY, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri. Dış cephede bu kuvvet yığınağını göğüslemek için gerekli ittifak potansiyelini ortaya çıkarmamız, bütüncül bir strateji oluşturmamız gerekiyor. Bütün denklemleri değiştiren esas, elbette Türkiye’nin devleti, ordusu ve milli birliğiyle ortaya koyduğu iradedir. Fakat kesin zafer için karşımızda namlularını bize doğrultmuş olan bu güç birliğinin karşısına bir güç ittifakı koymalıyız.
Kiminle kuracağız? Bu sorunun yanıtı, bir dizi başka soruda gizli: Kiminle düşmanımız ortak, ülkelerimize tehdit aynı merkezden geliyor? Kiminle Doğu Akdeniz’de ve bölgemizde güvenlik çıkarlarımız, ekonomik çıkarlarımız ortak? Ve kimin kuvveti karşımızdaki kuvveti dengeleyebilecek ağırlıktadır? Bu soruların cevabı bizi tek bir adrese götürüyor: Rusya Federasyonu.
Rusya dediğimizde Atlantik cenahından çıkan sesler genelde benzer: “Ayıdan post Rus’tan dost olmaz”, “Rusya’yı sıcak denizlere mi indireceksiniz?”, “Her cephenin dostu, düşmanı farklıdır...”, “Rusya bizim tarihsel düşmanımız!” vb. 75 yıllık Atlantik bağımlılığının tortuları karşımıza çıkmaya devam etmekte. Şimdi hem Rusya ile tarihten bugüne uzanan ortak çıkarımızı hem de bu iddiaların geçersizliğini gösterelim.
"Yeni Nizam"da Sınanan Dostluk
İsmet Paşa’nın 1932’de Sovyet Rusya ziyareti, Kurtuluş Savaşı verip Cumhuriyet kurmuş Türkiye’nin kuzey komşusuna bakışındaki stratejik dostluğu özetlemektedir. SSCB’ye hareketinden önce Anadolu Ajansı’na verdiği mülakatta İnönü, “Rusya’ya seyahatte dost Sovyetler’e milli Türkiye’nin muhabbetli selamlarını götüreceğim. Senelerden beri ciddi tecrübelerden geçmiş olan iki memleket dostluğunun esası Bolşevik Rusya ile milliyetçi Türkiye’nin yüksek menfaatleri arasında ahenk ve muvazenetin ve büyük inkılaplar geçirmiş memleket evlatlarında birbirinin sözüne ve niyetine itimadın mevcudiyetidir.” diyordu. Yine 27 Nisan’da ilk durağı olan Odesa’daki temasları esnasında “size milliyetperver Türkiye’nin derin ve samimi hislerini getiriyorum, Karadeniz bizi ayırmıyor, tam aksine iki milleti birleştiriyor” demiştir.
Seyahate katılan dönemin aydınlarından gazeteci-yazar Falih Rıfkı Atay, kaleme aldığı Yeni Rusya isimli kitapta bu ziyaretin sonucunu çarpıcı şekilde özetleyerek Rusya’dan komünist değil fakat daha şuurlu olarak geldiğini ve Türkiye’nin iktisat ve inşa planını yapmak, inkılap fırkasını eski nizamdan yeni nizama geçen memleketlerin fırkalarından örnek alarak kurmak, bürokrasi yerine ihtilalci metodlar almak, hiç durmaksızın büyük yığının terbiyesine geçmek düşüncesinde olduğunu belirtiyordu.
İsmet İnönü’nün Stalin’le yaptığı görüşmelerde kendisi de ekonomik bakımdan oldukça zor durumda bulunan SSCB hükümetinin, sanayileşme atılımı yapacak Türkiye’ye yirmi senede mal karşılığı ödenecek, faizsiz 8 milyon dolar kredi vermesi için anlaşılmıştır. Türkiye ve SSCB, 1930’lu yıllarda dünyada en hızlı büyüyen iki ekonomi olurken dünyaya devletçi kalkınma modelinin de en başarılı örneklerinden birini vermiştir.
Devrimlerin Kader Birlikteliği
Türk ve Rus devrimlerinin ortaya çıkış, gelişme ve gerileyişleri de birbirlerini ateşleyerek ve etkileyerek olmuştur. Devrimler ilerlerken birlikte ilerlemiş, zayıflarken birlikte zayıflamıştır. 1905 Rus Devrimi, 1908 Hürriyet Devrimi’ni etkilemiştir. 1.Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’deki vatan savunmamız 1917 Ekim Devrimi’nin yolunu açmıştır ve o devrim 1920’lerde Kurtuluş Savaşı’mızın en büyük müttefiki olmuştur. 1930’ların eşiğinde SSCB, NEP politikalarından vazgeçerek planlı kalkınmaya geçerken aynı dönemde Türkiye de devletçilikle yükselmiş, plan yapmıştır. Aynı şekilde Türkiye 1945 sonrası Atlantik sistemine bağlanarak devrimini kaybederken SSCB’de de 1950’lerle birlikte kapitalizme geri dönüş süreci başlamıştır. İki ülke devrimlerini ilerletirken birbirinden güç almış ve uzak düştüğünde de devrimlerini kaybetmiştir.
Zayıf Düşürülen Rusya, Bölünmek İstenen Türkiye
Türk-Rus ilişkileri için dersler barındıran bir dönem de SSCB’nin yıkılışı sonrası yaşananlardır. Dağılma sonrası Boris Yeltsin’in başında olduğu bir teslimiyetçi yönetim Rusya’da hakim oldu. 90’lı yıllar Rusya için; Batı’nın ülkeyi hızla parçaladığı, Yeltsin’in “hızlı özelleştirme” dalgalarıyla ekonomik anlamda istila ettiği, Batı işbirlikçisi Yahudi oligarkların Rusya’yı avcunun içine aldığı ve halkın hızla fakirleştiği bir dönem oldu. 1993 yılında yayınlanan askeri doktrine göre ‘hiçbir devlet Rusya’nın düşmanı değildi’, ‘ideolojik bölünmüşlük ortadan kalkmıştı’, küreselleşme masalları anlatılıyordu. Türkiye’de de benzer bir rüzgar esiyor, Körfez Savaşı’nda Amerika’nın yanında savaşa girme planları dayatılıyor, Irak’ın kuzeyinde kukla devlet hayat geçiyor, Gümrük Birliği prangası vuruluyor, Çiller özelleştirme programıyla Türkiye Cumhuriyeti için ‘son sosyalist devleti de yıktık’ diyordu.
Bu süreçlere tepki de benzer oldu. Yeltsin döneminin sonlarına doğru Rusya’nın milli kuvvetleri bir atak gerçekleştirerek Yevgeni Primakov’u başbakanlığa taşıdı. Primakov’un ilk işi Avrasya Doktrini’ni açıklamak ve çok kutupluluk stratejisini ilan etmek oldu. Bu çizgi Yeltsin’le sürdürülemezdi ve ‘tek kutuplu dünya’ dayatmasına direnme programının önderi olarak Vladimir Putin göreve geldi. Putin’le birlikte 2000 yılında oluşturulan yeni askeri ve dış politika doktrininde Rusya ana tehditleri şöyle saptadı: ABD’nin liderliğindeki tek kutuplu dünya stratejisi, ekonomik küreselleşme ve ayrılıkçı terörizm. Türkiye’de de 28 Şubat süreci, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni’ne karşı eylemli bir karşı koyuştu. ABD Gladyosu milli kuvvetlerce hedef alınmış, bölgesel işbirliği temelinde Adana Mutabakatı benzeri mevziler kazanılmış, ABD’nin Irak’taki kukla devletine karşı Çelik Harekatı düzenlenmiş, dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ABD’nin Irak saldırısı öncesi Irak’ta kukla devleti savaş nedeni saymıştı. Türkiye ve Rusya’nın milli dinamikleri ABD ve Batı karşısında diz üstü çökmeyi kabul etmemişti.
Ayrılıkçı Teröre Karşı Ortak Mevzi
Bu dönemde Türkiye ve Rusya, Çeçen ve PKK ayrılıkçı terörüne karşı da ortak mevzilere girdi. Rusya Dışişleri Bakanı İvanov, 2001’deki Türkiye ziyaretinde “Rusya ve Türkiye, uluslararası terörizmin de dahil olduğu, aynı, yeni küresel tehditlerle karşı karşıyalar” vurgusu yaparken; Putin 2002 yılında Jacques Chirac ile Paris’te düzenlediği basın toplantısında “Biz hiçbir yerde ayrılıkçıları desteklemiyoruz. Ayrılıkçılık meselesi Çeçenistan’da olduğu gibi sadece Rusya’yı tehdit etmiyor; Türkiye ve diğer ülkeleri de tehdit ediyor.” diyordu.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Çeçenistan’daki ABD güdümlü hareketi “radikal dini terörizm” diye niteleyerek bölge için tehdit saymış ve Rusya Milli Güvenlik Kurulu da “Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Kürt devletinin kurulmasını savaş nedeni saymasını bütünüyle haklı bulduğunu” açıklamıştı. Bu karşılıklı gelişmeler müttefik olmanın en önemli şartlarından birini tekrar hatırlatıyor: Ortak tehdit.
Kuşatmayı Birlikte Kırdık: Astana Modeli
İki ülkenin yaptığı tehdit saptamalarının gerçekliği kısa sürede ortaya çıktı. Türkiye; güney sınırındaki Kıbrıs, Suriye, Kuzey Irak hattında kuşatılırken Rusya ise Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan gibi komşularında ve Kafkaslarda art arda gerçekleşen ‘turuncu devrimlerle” kuşatılıyordu. Hem Türkiye hem de Rusya’da özelleştirme saldırısıyla yaratılan mafyalaşmış ekonomi de kuşatmanın ekonomik cephesini oluşturuyordu. Genel amaç Asya kapısını tutan bu iki köklü ülkenin milli devletlerini çökertmekti; özel amaçlar ise Türkiye’yi bölmek, Rusya’yı da SSCB’nin dağılışından sonra ikinci kez parçalamaktı. ABD emperyalizminin sonraki yıllarda gerçekleştirdiği Libya, Suriye saldırıları da bu iki ülkeyi hedef alıyordu.
Türkiye ve Rusya bugün bu kuşatma ve tehditlere karşı aktif, etkin ve bölgesel bir savunma politikası izliyorlar. Burada kırılma noktaları Türkiye için 24 Temmuz 2015’de PKK terör örgütü ile yeniden silahlı mücadelenin başlaması, Rusya için ise ABD’nin Kafkaslardaki son ciddi kalkışması olan 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı oldu. Medvedev döneminde Libya’da Kaddafi’nin devrilmesine sessiz kalma hatasını Rusya, Suriye’nin davetiyle Suriye Savaşı’na dahil olarak tekrarlamadı.
İki ülkenin bu bölgesel savunmalarının ise önemli bir kesişimi var: Astana modeli. Türk Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyindeki Amerikan koridorunu yardığı harekatlarda ABD merkezli tehdide karşı, Türkiye-Rusya-İran odaklı bir çözüm olarak ortaya çıkan Astana süreci bugün bölgede Atlantik kaynaklı yaratılan kriz bölgelerinde çözümün adı olmuş durumda. Barış Pınarı Harekatı’nda ABD’nin “ekonomimizi mahvetme” tehditlerine karşı Rusya ile varılan Soçi Mutabakatı, İdlib’de sağlanan ateşkes, Libya’da ABD-Fransa-BAE bloğunun dışlanması, Karabağ’da Azerbaycan’ın vatan toprağını kurtarması hep Türkiye ve Rusya’nın merkezde olduğu Astana benzeri çözüm modelleriyle hayata geçti. Şimdi bu modelin Doğu Akdeniz için de uygulanacağı bir zafer döneminin eşiğindeyiz. Denklem bir kez daha kendini gösteriyor: Türkiye zayıflarken, bölünme tehdidiyle yüz yüzeyken Rusya da zayıf düşüyor, Rusya ayağa kalktığında ve güçlendiğinde Türkiye de tehditlere göğüs geriyor.
Mavi Vatan’da Kesin Zafer İçin
Gelelim bugüne. Bugün Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşısındaki güçleri dengeleyebilecek esas müttefikin Rusya olduğunu tespit ettik. Tarihsel seyri, ortak tehdidi ve çözüm modelini açıkladık. Peki ortak çıkarlar? Bugün Doğu Akdeniz, Türkiye ve Rusya’nın çıkarlarının en çok örtüştüğü alanlardan bir tanesi. İlk olarak Akdeniz ve Karadeniz jeopolitikleri bugün birbirine bağlı olarak gelişiyor. Türkiye Akdeniz’de yenilirse, İsmet Paşa’nın deyimiyle “iki milleti birleştiren” Karadeniz’in ABD’ye açılması gündeme gelecek. ABD bunun yatırımlarını Dedeağaç’ta kurduğu üsle yapmaya başladı. Ermenistan’daki Sorosçu Paşinyan yönetiminin provokasyonları da bu temeldeydi. Baltık Denizi’nde ABD-Fransa hava kuvvetleriyle Rus uçaklarının yaşadığı gerginlikler her gün artıyor.
ABD’nin Karadeniz’de Rusya’yı kuşatmasının önündeki en önemli aşama Akdeniz’de haritayı istediği gibi çizmek. Bunun yanında Türkiye’nin Akdeniz’deki zaferi de Karadeniz’den şekillenecek. Karabağ’daki zaferin açtığı çözüm yolunda; Kırım’ın Rusya toprağı olduğunun ve Abhazya Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından tanınması, KKTC’nin Rusya tarafından tanınması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği “Karabağ’daki çözümün bir benzerini Suriye için yapmak” gibi gündemler Akdeniz-Karadeniz birlikteliğini gösteriyor.
Eğer Akdeniz’de ABD kazanırsa Suriye’de Astana sürecinin geliştirdiği çözüm büyük darbe yiyecek. Suriye savaşında kesin zafer zora girecek. Güney Kıbrıs bugün ABD tarafından silah ambargoları kaldırılarak silahlandırılıyor. Şart ise Güney Kıbrıs’ın Moskova’ya tavır alması. Aynısı Yunanistan için de geçerli. ABD, Girit’teki askeri varlığını artırıyor ve İncirlik’teki üslenmesini Girit’e taşıma hazırlığı yapıyor.
Bir başka önemli konu ise İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin başını çektiği ve Mavi Vatan’ımızı gasp eden EastMed projesi. Bu proje Rus doğalgazının Avrupa’ya geçişini hedef alıyor. Rum Kesimi’nde Rus yatırımlarına ve vatandaşlarına yönelik baskılar artıyor. KKTC, bu anlamda da Rusya için güvenli bir liman olabilir. Bütün bu başlıklar, Doğu Akdeniz’de kesişen Türk-Rus çıkarlarının birer ifadesidir.
"Rusya Sıcak Denizlere İnerse?"
Çocukluğumuzdan beri öğrendiğimiz bir cümledir: Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası. Ve bunun bizim için bir tehdit olduğu anlatılır. Evet bu feodal dönemin Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı için böyleydi. Birinci Dünya Savaşı başlarken de bizim için en büyük tehdit Rus Çarlığı’ydı. Fakat o denklem Çarlık yönetiminin de yıkıldığı Rus ve Türk devrimleriyle, Türk-Sovyet silah arkadaşlığıyla değişmiştir.
Bugün söz konusu olan emperyalist Rus Çarlığı veya 60’ların süper gücü SSCB değildir. Askeri anlamda ABD’yi dengeleyebilecek dünya çapında bir güç olmakla beraber büyük bir ekonomik yıkımdan geçmiş, süper güç olmanın ekonomik ve maddi kaynaklarından yoksun durumda olan, Atlantik’in kuşatmasına ve bölücülüğüne karşı vatan bütünlüğünü, ulusal çıkarlarını koruyan ve nasıl Avrasya ülkeleri Rusya’nın askeri anlamda dengeleyici gücüne ihtiyaç duyuyorsa, Avrasya ülkelerinin dayanışmasına ihtiyaç duyan Rusya Federasyonu’dur.
Bugün Yeltsin dönemindeki gibi kabuğuna çekilen, kendisine ve komşularına yönelen tehditlere tepkisiz kalan bir Rusya bizim çıkarımıza değildir. Aksine ‘sıcak denizlere inen’, Türkiye ile birlikte Doğu Akdeniz’de ABD-İsrail tehdidine karşı askeri varlık gösteren bir Rusya zaferin anahtarıdır. Bugünün gerçeği budur. Mavi Vatan’da kurmay bakışının gereği budur. Türk-Rus ilişkilerinin 100. yılında yeniden Atatürk gibi yapmanın gerektirdiği strateji buradadır ve bu tavır Mavi Vatan’da kesin zaferin yolunu açacaktır.
Kayahan Çetin
TGB Ankara İl Başkanı
KAYNAKÇA:
1) Dr. Ersin Müezzinoğlu, İsmet Paşa’nın 1932 Sovyet Rusya Ziyareti, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:20, Sayı:2, s.249-260
2) Falih Rıfkı Atay, Yeni Rusya, 1931, Ankara
3) Doğu Perinçek, Bilimsel Sosyalizm ve Bilim, Kaynak Yayınları, 2011, İstanbul
4) Mehmet Perinçek, Avrasyacılık, Kaynak Yayınları, 2016, İstanbul, s. 36-46
5) https://www.milliyet.com.tr/siyaset/kurt-devletini-hazmedemeyiz-5267693
6) O.A. Kolobov, A.A. Kornilov, F.Ozbay, Sovremennıe Turetsko-Rossiyskie Otnoşeniya: Problemi Sotrudniçestva i Perspektivı Razvitiya (aktaran Mehmet Perinçek, 2016, s.43)
7) Mehmet Perinçek, Doğu Akdeniz’de Kilidi Çözecek Çelişkiler, Independent Türkçe, 6 Ekim 2020
tgb.gen.tr