YAZAR
‘’Mademki Türk’üz, o halde bir Türk gibi görür, bir Türk gibi düşünür, bir Türk gibi davranırız ve bir Türk gibi yazarız.’’ -Ömer Seyfettin
Tarihler boyu dil, bir milletin varoluş sebebidir. Dil sayesinde milletler, duygularını, düşüncelerini, tüm varlıkları kendilerine göre seslendirirler. Dil bir milletin sese dönüşmüş halidir. Dil bir bakıma bir milletin düşünce sisteminin nasıl bir şekilde geliştiğini gösteren temel araçtır. Milletlerin hayat görüşleri, düşünce tarzları, zekâ keskinliği, ruh derinliği ve duygu inceliği o milletin dilinde saklıdır. Atasözlerimizde de belirtildiği gibi dil düşüncenin bir bakıma aynası konumundadır. İlk insan dilinin ise hangi yollarla ve ne şekilde meydana geldiği sorusu üzerine Eski Çağ’da özellikle Hintli, Yunanlı ve Romalı bilginlerden günümüze kadar pek çok teori ileri sürmüşlerdir. Bu teorilerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Dil,Tanrı’nın insanlara verdiği tabiatüstü bir yetenektir; fonetik bir evrim ve gelişimin sonucudur; rastgele ortaya çıkan insan ruhundan gelen bir yansımadır; hayatın zorunluluklarından doğmuştur; tarih öncesi kurban ayinlerinin zorladığı bir olaydır; maddî kültürün bir yankısıdır. Bunların yanı sıra; yansıma teorisi, ünlem teorisi, iş teorisi, psikolojik teorisi, ay-dil teorisi, güneş-dil teorisi, ilahî kaynak teorisi gibileri de bunlardan bazılarıdır.
Türkçemizin Kökeni
Türkçemize dair ise ilk bulgular Sümer kaynaklarında rastlanan birkaç kelimeden ibarettir. Türkçemizin yazıya geçirilen en eski metni ise Moğolistan’da bulunmuş, 6 satırlık bir metinden oluşan Çoyr Anıtıdır. Tarihimizde ise Köktürklerden günümüze kadar gelmiş ‘’Orhun Abideleri’’ yine Moğolistan’da bulunmuş olan Tonyukuk, Kül Tigin ve Bilge Kağan’ın adına dikilmiş olan abideler Türklerin devlet yönetimini, günlük hayatını gibi konuları ele alan hacimce en büyük metinlerdir. 7-10. Yüzyıl içerisinde Türkçe, Macaristan’dan Güney Sibirya’ya ve Moğolistan içlerine kadar uzanan sahada Göktürk harfleriyle yazılan bir yazılı dil olarak kullanılmıştır. 10. Yüzyılda ise Kâşgar ve Balasagun civarında ortaya çıkan yeni bir Türk kültür çevresi Türkçemiz açısından tarihi önemde olan Kutadgu Bilig ve Divanü Lugati’t Türk gibi eserleri meydana getirmiştir. Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacip tarafından yazılmış olup günümüz Türkçesi ile ‘’Mutluluk Bilgisi’’ anlamına gelen, devlet yönetim biçimini ele alan bir eserdir. Divanü Lugati’t Türk ise Türkçenin Arapçadan ayrı bir dil olduğunu ve daha zengin bir konumda olduğunu göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmut tarafından yine aynı dönemde yazılan bir eserdir. Divanû Lügati’t-Türk bir sözlük olarak hazırlanmasına rağmen Türk sosyolojisi, psikolojisi, edebiyatı, gelenek ve görenekleriyle ilgili bilgi veren ve nesir parçaları, bazı vakalar çeşitli örneklerle zenginleştirilmiş bir ansiklopedi niteliği göstermektedir. Sözcükleri örnekleyen atasözleri ve şiirler kullanmıştır. Bu özelliği, onun, kendinden sonraki Türk edebiyatı için çok önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra eser, Türk kültürünün gelecek kuşaklara aktarılması için de ışık tutmaktadır. O devirdeki Türk boylarını gösteren bir harita bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut, kelimeleri göçebe boylar arasında gezerek bizzat kendisi derlemiştir. Türk boylarının etnik durumunu şemayla anlatan, Türk toplulukları hakkında bilgi veren bir etnograf olarak da nitelendirebiliriz.
Dilde İki Çizgi
Türkçenin korunmasına yönelik Divan-ı Lügati’t Türk gibi eserler olmasına karşın Türklerin Selçuklularla beraber devlet yönetimlerinin Arap-Fars etkisinde kalması engellenemedi ve dilde bozulmalara neden oldu. Bu bozulma Anadolu coğrafyasında iki farklı konuşmaya evrilmek durumunda kaldı. Bu evrilme kuşkusuz sınıfsal bir temele dayanıyordu. Anadolu halkının kullandığı öz Türkçe ile sultan ve çevresinin kullandığı Türkçe arasındaki fark, sınıfsal bir farkı net bir şekilde ortaya koymaktaydı.
Dil, girişte de bahsettiğimiz gibi toplumun kültürünü yansıtmaktadır. Anadolu’nun öz Türkçeyi kullanan halkı, içinden halkın sorunlarını anlatan, halk safında eserler veren karakterler çıkarırken sultan çevresinin eser üreticileri bireycilik ve sanatsal olarak yeteneklerini sergilemek için toplumun dil ve kaygısına hücum ediyordu.(1)
Demokratik Devrimde Türkçe
18. yüzyıldan itibaren Osmanlı’nın sisteminin ekonomik, askeri, siyasi olarak sarsıntıya uğraması ile beraber o dönemdeki saray ve çevresi, tam bağımsızlığı değil Batıya bağlılığı tercih etmişlerdir. Özellikle Tanzimat Döneminde saray ve çevresinin tam anlamıyla Batıya bağlanış sürecinde öz Türkçeden kopuş doruk noktasına ulaşmıştır. Bu yanlış Batılılaşma, Ahmet Mithad Efendi’nin yazdığı ‘’ Felatun Bey ile Rakım Efendi’’ adlı eserinde çok güzel bir biçimde incelenmiştir. Romandaki iki tipten biri Felatun Bey, alafranga özentileri olan, kibirli bir tipi temsil eder, çevreye karşı gülünç durumlara düşer. Diğer tip ise bir anlamda Ahmet Mithat'ın kendisidir; yeniliklere açık, çalışkan, gerçekçi, yazarın idealize ettiği bir Osmanlı beyefendisi olan Rakım Efendidir. Bu dönemlerde ise buna karşın Batıdan her şeyin kopyalanmasına karşı çıkıp tam bağımsızlığı tercih eden, vatanı ön planda tutan aydınlar da ortaya çıkmıştır. Bu aydınlar, Türkçenin günümüze kadar geliş sürecinde büyük emekler vermiştir ve bunun yanı sıra dil ne kadar kullanılırsa o kadar zenginleşir diyerekten sanatı bir nevi toplum için yaparak ayrıca dili de sadeleştirerek öz Türkçemize dönüşte büyük emekler sarf etmişlerdir. Bunlar hepimizin de yakından tanıdığı Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi isimlerdir. Örneğin Ziya Gökalp Lisan isimli şiirinde Türkçenin önemini şöyle ifade etmektedir:
‘’Güzel dil Türkçe bize
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması
En saf, en ince bize
Lisanda sayılır öz
Herkesin bildiği söz;
Manası anlaşılan
Lugata atmadan göz.
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız
Türkçeleşmiş Türkçedir;
Eski köke tapmayız.’’(2)
Cumhuriyet Döneminde Öz Türkçeye Dönüş
Tanzimat dönemi sonrası ülke Cihan Harbi’ne girmiş ve devamında Cumhuriyet Dönemi’ne kadar siyasi olaylar neticesiyle çok fazla adım atılamamıştır. Cumhuriyet Dönemi ile beraber dil çalışmalarına büyük bir hız verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de üzerinde durduğu en önemli konulardan biri de Türkçemiz ve Türkçemizin sorunlarıydı. Türkçeyi dünya dilleri arasında önemli bir noktada görmüş ve bu yönde adımlar atılmaya başlanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk Türkçemizi hak ettiği yere çıkartıp dille birlikte bir millet bilinci de oluşturmayı hedefliyordu. Bu nedenle önce Harf Devrimi sonra Dil Devrimi gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Türkçeye bakış açısını şu sözlerle net bir biçimde ortaya koymuştur:’’ En iyi müdafaa usulu taarruzdur. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim: görelim hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne kadardır.’’. Bu sözlerden anlaşıldığı gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün asıl amacı yıllar boyu Türkçenin içine sızmış olan yabancı kelimelerden kurtulup öz Türkçemizi kullanmayı görev bilip gelecek nesillere arındırılmış, saf bir dil bırakmaktı. Bununla birlikte kültürün söze dönüşmüş biçimi olan dilimizi de emperyalizmin etkisine karşı bir panzehir görevi olarak da bu saflaşmayı birincil amaç olarak benimsemiştir. Bu sebeple de yapılan devrimlerin ardından peşi sıra halk okuma-yazmaya yöneltmiş, bilimsel ve tarihsel anlamda da Türkçenin araştırılması adına da Türk Dil Kurumu kurulmuştur. Bununla beraber Türk kültürünün de yeni cumhuriyete tanıtılması için 28 Nisan 1930 tarihinde Türk Ocakları'nın VI. Kurultayı'nın son oturumunda Gazi Mustafa Kemal’in direktifi üzerine Afet İnan, 40 imzalı bir önerge sunmuş ve bu önergede Türk tarihini bilimsel olarak araştırmak üzere bir heyet kurulması istenmişti . Heyet, "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı bir çalışma yayımlamıştır. Kitap, Orta Asya'da bir Türk uygarlığı ve bu merkezden başlayan göçlerle Türklerin Çin, Hindistan, Mezopotamya, Mısır, İran, Anadolu'ya giderek o bölgelerin halklarını uygarlaştırdıkları tezini işlemekteydi ve hedef, bu kitabın ana fikrine uygun okul kitapları hazırlanmasıydı . Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki ders kitaplarında TDK ve TTK’nın yaptığı yoğun çalışmalar neticesinde hem Türk kültürünün bilinenin aksine Selçuklu ve Osmanlı ile başlamadığı gün yüzüne çıkmıştır. Özellikle 11-13. Yüzyıllar arasındaki Halk Edebiyatı dediğimiz edebi kültürümüze TDK ve TTK’nın yaptığı araştırmalar sonucu günümüze ışık tutmuştur.
Emperyalizm Çağında Türkçenin Korunumu
Bugün Dünya ölçeğinde emperyalist saldırılar çok yönlüdür. Sadece askeri anlamda değil kültürel anlamda bir hegemonya kurma peşinde emperyalizm. Bu kültürel saldırıların başında milletlerin en işlevsel yapısı olan diline saldırmaktadır. Dile saldırıldığı takdirde millet bilincini yok etmeyi amaçlarsınız. Bugün emperyalizm, dünyanın en zengin dilleri arasında yer alan Türkçemize de saldırmakta. Özellikle ‘’plaza ağzı’’ denilen cümleler arası ‘’Havalı’’ yabancı dilden kelimeler, sosyal medyada kullanılan kısaltmalar, sokak ağzının internet ortamına taşınması gibi sebepler de Türkçenin öz kimliğine zarar vermektedir. Bunun yanı sıra emperyalizm de ayrıca Türkleri tarihlerinden ve köklerinden uzaklaştırarak dilin kullanım alanını da daraltmaktadır. Bunun kültürel alanında çıkardıkları film ve dizilerle, özenti müziklerle vs. örerken tarihsel alanını da ülkemiz içerisinde ön plana sunduğu fikirlerle, Z kuşağı safsataları ile, LGBTi özentiliği gibi siyasi misyonlarla yapmaktadır. Netflix, Amazon Prime gibi küresel ölçekte yayın yapan kültür emperyalizminin sesi olan kuruluşların yayın hayatında sözde gençlik dizileri içerisine ‘’LGBT’’ birey koyarak, ülkeleri, insanları aşağılar nitelikte konuşmaların bol olduğu projeler yaparak dünya gençliğine dolayısıyla Türk gençliğine kötü örnek olmaktadırlar. Tek düze, emperyalizmin çizdiği emperyalist kültürü pompalamaktadırlar. Bunun sonucu olarak da gençler üzerinde yaymaya çalıştıpı bu politika ile birlikte özellikle emperyalizmin karşısında mücadele eden ülkeleri siyasi olarak yenilgiye uğramasına rağmen dil ve kültür anlamında hedef almaktadırlar. Ünlü Çinli Filozof Konfüçyüs’ün dediği gibi;’’ Bir milleti yok etmek istiyorsanız, önce dilini yok etmekten başlarsınız.’’. Dili yok olan bir millet yok olmaya mahkumdur. UNESCO tarafından öz Türkçenin sesi olan Yunus Emre yılı ilan edilen şu güzel günlerde Türkçemizi korumak biz Türk gençliğinin boynunun bir borcudur.
Yağızhan Onat
TGB İSTANBUL İL YÖNETİCİSİ
KAYNAKÇA
(1) Perinçek Doğu, Parti ve Sanat-Sanat Teorisi Üzerine-, syf.71,Kaynak Yayınları,3. Baskı,2020
(2) Gökalp Ziya, Yeni Hayat,syf.23,Toker Yayınları,2.Baskı,2005
http://turkdili.gen.tr/tuerk-dili-tarihi.html
https://www.turkcebilgi.com/tanzimat-ve-mesrutiyet-doneminde-turkce-ile-yapilan-calismalar-nelerdir
https://www.tdk.gov.tr/tdk/kurumsal/tarihce-2/
https://www.haberturk.com/2021-yunus-emre-ve-turkce-yili-2962067#:~:text=Yunus%20Emre'nin%20do%C4%9Fumunun%20750,ve%20T%C3%BCrk%C3%A7e%20Y%C4%B1l%C4%B1'%20ilan%20etti