
Türk ulusu bugün bir saldırı altında. Saldırıyı dile getirmekten, saldırının adını koymaktan çekinmeyelim. Bugün 1915’te yaşananlar üzerinden bir ulus mahkum edilmeye çalışılıyor. Meseleye tarihi, siyasi ve hukuki boyutları ile hakim olmadan konu üzerinde söz söylemenin, bir ulusu “soykırım”a teşebbüs etmekle suçlamanın rövanşta olduğu bir dönemde tezlerimizi tekrar tekrar ifade etmenin gerekliliğini bir kez daha görüyoruz.Washington Eski Büyükelçimiz Dr. Şükrü Elekdağ’ın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama’ya hitaben yazdığı mektupta meselenin hukuki yönünün kritik noktalarına özenli bir biçimde temas edildiğini görüyoruz. Mektupta ifade edilen temel dayanak noktalarını aşağıdaki başlıklarda inceleyeceğiz. Ancak öncesinde kısa bir eleştiri. Sayın Elekdağ’ın çabalarını takdirle karşılamamızla birlikte attığı adımın meseleyi çözme adına herhangi somut bir anlam ifade etmediğini belirtmekte fayda var. Mektupta ifade edilenlerin Obama’nın bilgisi dahilinde olmaması mümkün değildir. Elbette Obama bahsedilen noktalar hakkında bilgi sahibi. Elbette Avrupa Parlamentosu hukuki her bir noktanın farkında. Elbette AİHM kararları herkesin önüne serili vaziyette. Emperyalizme rica ederek, ona minnet duyarak onun elde etmek için gayret sarfettiği politik kazanımların önüne geçemezsiniz.Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması SözleşmesiSoykırım, hukuki bir tanımdır. Bu tanımın sınırları 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edilmiş olan “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ile çizilmiştir. Sözleşme 1951 Ocak’ında yürürlüğe girmiştir. Sözleşme uyarınca bir şahsın soykırım suçu ile suçlanabilmesi veya bu konuda devlet sorumluluğunun oluşması için yetkili mahkeme tarafından suçun objektif ve sübjektif unsurlarının kanıtlanması ve bilhassa suçun özel kasıtla işlendiğinin saptanması gerekir. Bu bağlamda değerlendirirsek bir zanlıya yöneltilen soykırım suçunun, eğer yetkili hukuk mercileri tarafından, objektif ve sübjektif unsurlarının mevcudiyetleri kanıtlanmamış ve suçun özel kasıtla işlendiği saptanmamış ve bu veriler doğrultusunda suçun işlenmiş olduğu, yetkili mahkeme tarafından hükme bağlanmamışsa, böyle bir isnadın hiçbir hukuki değeri yoktur.Yetkili bir uluslararası ceza mahkemesi kararı olmadan hiçbir zanlı soykırımla veya onun kadar ağır bir suç olan insanlığa karşı işlenmiş bir suçla itham edilemez.Masumiyet KarinesiEski Roma hukukunda “Ei incumbit probatio qui dicit, non qui negat” deyişiyle nitelendirilen masumiyet karinesi doktrini, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildiri’nin 11. Maddesinde şöyle ifade edilmiştir:“1. Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır .2. Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemez.”Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde ise şu ifadeler yer almaktadır:“Bir suçla itham edilen herkes, suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılır”Suçların ve Cezaların Kanuniliği İlkesiKanunilik ilkesi, kanunların açık, belirli olmasını ve geriye yürümemesini gerektiren yasal bir terimdir. İlke Latince “nullum crimen nulla poena sine lege” (kanunsuz suç ve ceza olmaz) cümlesiyle ifade edilebilir. Bu ilke ışığında baktığımızda işlendiği zamanın hukukuna göre suç teşkil etmeyen bir eylem, sonradan bu eylemin suç olarak kabul edilmesi nedeniyle suç teşkil etmez. Hukuki bir terim olarak “soykırım”, 1948 yılında Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile tanımlanmış, sözleşme 1951 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu bakımdan 1915’te yaşanan olayları hukuken “soykırım” bağlamında değerlendirmek suçların ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal etmektedir.Ek olarak belirtmek gerekir ki bu yaklaşım “suç ve eylem sonrasında yürürlüğe giren yasaların” (ex post facto laws) kabulünü ve cezai yaptırımların geçmişe dönük olarak uygulanmasını yasaklayan birçok ülkenin anayasalarının da ruhuna aykırı bir yapı teşkil etmektedir. Sayın Elekdağ yukarıdaki üç temel hukuki nokta üzerinde durmuş, Amerikan Başkanı Barack Obama’ya hukukun evrensel ilkelerini, uluslararası hukuku ve ABD anayasasını açıkça ihlal etmemesi, küçümsememesi hususunda telkinler vermiş, Obama’nın 24 Nisan’da 1915 olayları için kullanacağı terime dikkat etmesi konusundaysa temennilerini ortaya koymuştur.Sayın Elekdağ’ın üzerinde durduğu hukuki noktalar hiç şüphesiz yabana atılamaz. Bu noktaların reddi mümkün değildir. Ancak kendisinin muhtemelen 1915 olaylarının siyasi bağlamının bir yönünü gözden kaçırması kendisini Obama’dan ricacı olmaya götürmüştür.Emperyalizmin bu coğrafyaya biçtiği rolü görmezden gelmek bizi ricacılığa, bu rolün farkında olmaksa bizi siyasi mücadeleye iter. 1878 Berlin Antlaşması’ndan itibaren “büyük güçler”in güdümündeki bir meselenin çözüme kavuşması adına meselenin yalnızca hukuki değil tarihi ve siyasi yönlerini de doğru analiz edebilmek gerekmektedir. Doğru analiz bizi doğru eyleme, doğru eylemse bizi başarıya götürür. Mert Can YILMAZ