

YAZAR
Tarih, çelişkinin çözülmesiyle, başka bir deyişle iki büyük zıt kuvvetten birinin üstün çıkmasıyla ilerler. Bu sırada her iki kuvvetin içinde de birbiriyle mücadele eden zıt kuvvetler vardır ve onların içinde de başka zıt kuvvetler… Bu böyle en küçük ölçeğe kadar devam eder, insanın kendi içine ve eylemlerinin her birine kadar sürer. Tabii burada yan kuvvetler de vardır ama bunların mücadelesinin sonucu esas o büyük kuvvetlerin mücadelesi içinde somut olarak karşımıza çıkar. İşte bu iki zıt kuvvetin arasındaki ilişkiye “çelişki” diyoruz. “Çelişkinin çözülmesi” de bunlardan birinin baskın çıkması ve artık büyük kuvvetlerden birinin, yerini başka bir kuvvete bırakması anlamına geliyor.
Sınıflar, medeniyetler, toplumlar, teknoloji, felsefe vb. işte bu süreç içerisinde gelişti. “İleri” ve “geri” kavramları da ancak bu süreç içerisinde anlam kazandı. Bu açıdan hep tartışılan “ileri”yi ve “geri”yi belirleyen şey aslında bizim güncel çelişkiyi nasıl tanımladığımızdır. Yani derdimizin devasını nerede aradığımızdır. Günümüzde dertlerimizin devasını tartışıyoruz, geçmişte de tartışıyorduk. Bu tartışma süreçlerinin en önemlilerinden biri “Batılılaşma” konusunda özellikle Tanzimat ve sonrasını içeren dönemde yaşandı. Bugün de benzer tartışmalar yaşamamızın yanında, o dönemki fikirlerin etkisini de hissediyoruz. Bu yüzden Tanzimat’ın anlayışını ve bu anlayışın zıddını incelemekte fayda var.
TANZİMAT NEDİR?
Tanzimat, “idari işlerin düzeltilmesi için alınan önlemlerin ve uygulamaların tamamı” anlamına geliyor, tanzim yani “düzene sokma” kelimesinden türüyor. Osmanlı’da özellikle 3. Selim ile hızlanan ve 2. Mahmut ile radikalleşen yenileşme akımındaki tüm uygulamalar bu yüzden “tanzimat” teriminin kapsamı altındadır. Ancak, tarih derslerinden de çokça aşina olduğumuz “Tanzimat Dönemi” esasen, 3 Kasım 1839 Gülhane Hattı Hümayunu’nun yani Tanzimat Fermanı’nın Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Mustafa Reşit Paşa tarafından, padişah Abdülmecid adına okunması ile başlıyor. Ferman, aslında çağdaş hukuk devletine dair bir niyeti ortaya koyuyor. Can güvenliği, özel mülkiyet hakkı, vergilendirme, askere alınma gibi konularda herkese eşit haklar vaat ediyor. Tabii bu vaatler, her şey güllük gülistanlık giderken kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Aynı zamanda, bütün vaatler gibi uygulanacağı ortamın şartlarına göre vücut bulabiliyor. Yani Tanzimat Fermanı’ndaki sözler, ilk okuduğumuzda bugünkü anlayışımızla bizde canlananlardan farklı sebepler ve farklı sonuçlar içeriyor. Bu sebep ve sonuçlarda ise en belirleyici olan iki mesele var: ekonomi ve ordu.
Ordu, elinde zor kuvvetini bulundurduğu için yeniliklerin işlemesinde ya da işlememesinde en önemli etkenlerden biri. Bunun farkında olan 2. Mahmut, zamanında Osmanlı’nın gelişmesine çok katkı sağlamış olmasına rağmen artık başına buyruk hareket eden, asker olmak dışında işlere girişen, halktan haraç kesme pozisyonuna gelen ve yeniliklerin önüne de büyük bir engel olarak çıkan Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmaya karar veriyor. 16 Haziran 1826 tarihli bir yaz günü 2. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nın topa tutulmasını ve kalanların idam edilmesini emrediyor. Bu karar, ordunun içindeki hem teknik hem entelektüel gelişmenin önünü açacaktı. İleride, ordumuzun Türkiye’nin gelişmesinde katkılarını göreceğiz. Bu olayı hızlı gelişmeler takip etti. Asakir-i Mansure-i Muhammediye ismiyle, talimli, yeni tip bir ordu kuruldu, Avrupa’ya ilk öğrenciler gönderildi, Tıbbiye kuruldu, ilk Türk resmi gazetesi Takvim-i Vekayi çıkmaya başladı, Bab-ı Ali Tercüme Odası açıldı, Harbiye kuruldu vb.1 Bu gelişmeler, ilerlemenin önünü açacağı için, etkisini hemen değil biraz vakit geçtikten sonra gösterecekti. Bunlar, Osmanlı Devleti’ni çöküşten kurtarmaya dair bazı hamlelerdi. Nitekim, Tanzimat Fermanı’na yaklaşırken “Batılılaşma”nın bambaşka ve belki de bu gelişmelere zıt bir yorumuyla karşılaşacağız.
Osmanlı ciddi ekonomik sorunlar yaşamasının yanında, Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın önderliğinde Mısır’da Osmanlı Devleti’nin aleyhine gelişen olaylarla uğraşıyordu. Bu ikisine birden bir çözüm arayan dönemin Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa Fransa ve esas olarak İngiltere’nin desteklerini Mısır meselesinde almaya çalışıyordu. Aynı zamanda Reşit Paşa, verem hastalığı dolayısıyla ölüm döşeğinde olan Padişah 2. Mahmut’u da serbest ticaret yoluyla hızlı sanayileşmenin zor olmayacağına, açık kapı siyasetinin tehlikelerinin önlenebileceğine ikna ediyordu.2 Bu doğrultuda, İngiltere’nin siyasi ve askeri desteğini almak ve Osmanlı’da ekonomik gelişmeyi sağlamak amacıyla Reşit Paşa’nın önderliğinde 16 Ağustos 1838’de, Osmanlı ile İngiltere arasında Baltalimanı Ticaret Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmanın bazı maddelerinin sonuçları şunlardır:
1- Tekel sistemi (Yed-i vahid) kaldırıldı. Britanyalılara diledikleri miktarda hammaddeyi satın alma imkânı verildi.
2- İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra Britanyalıların da katılması öngörüldü.
3- Britanya vatandaşları Osmanlı ürünlerini Osmanlı tebâsından tâcirlerle aynı vergi koşulları altında satın alma hakkına sahip oldular.
4- Britanyalılarla olan transit ticaretten alınan resmi vergi kaldırıldı.
5- Büyük Britanya gemileriyle gelen Britanya malları için bir defa gümrük ödendikten sonra, mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti.3
Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Palmerston bu antlaşma için “Capo d’Opera” yani “Şahane” diyecektir.4 Vergilerin azaltılmasının yanında, esas kritik olan ilk iki sıraya yazdığımız maddelerdir.
1826-1838 yılları arasında uygulanan Yed-i Vahid yani tekel sistemi bir devlet tekeli sistemiydi. Osmanlı Devleti madencilik ve ticaret başta olmak üzere bazı alanlarda üretim ve dağıtımı devlet eliyle yönetiyordu. (Zaten tekelleşebilecek yerli bir sermaye sınıfı da yoktu.) Bu sayede devlet hazinesine gelir sağlamak yanında, fahiş fiyatlandırmaların da önüne geçebiliyordu. Devletin bu rolü, Batı kapitalizminin daha geniş pazar alanlarına ulaşmasının önünde bir engeldi. O yüzden, İngiltere ve Fransa gibi devletler Yed-i Vahid uygulamasının kaldırılmasını talep edecekti. 30 Kasım 1833’te Palmerston, İngiltere’nin İstanbul sefirine (elçi) açıkça “Yed-i Vahit usulünü kaldırmaya çalışın.” diye talimat verecekti.5 Ayrıca, iç ticaretin Britanyalılara açılması da çok önemlidir. Çünkü o döneme kadar Osmanlı iç ticaretini yalnız Osmanlı vatandaşları yapabiliyor, yabancı devlet vatandaşlarının iç ticaret yürütmesine izin verilmiyordu. Kısacası, Baltalimanı Antlaşması’nın maddeleri, Batılı devletlerin -ellerindeki karlı üretim koşullarıyla- Osmanlı pazarına girmesine sebep olacaktır ve bu yolla, ileride Osmanlı üreticilerinin gelişmesine büyük sekte vuracağı gibi, Osmanlı’ya başka bağımlılıklar da getirecektir.
Osmanlı-Mısır Savaşı sırasında 24 Haziran 1839’da bugünkü Gaziantep sınırları içerisindeki Nizip ovasında iki ordu karşı karşıya geldi. Nizip Muharebesi diye anılan karşılaşmada Mısır Ordusu, Osmanlı’yı ağır bir yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine 12 Ağustos 1839’da Reşit Paşa, Palmerston’a bir muhtıra verdi. İngiltere’nin savaşta Osmanlı’ya yardım etmemesi üzerine verilen bu muhtırada, Reşit Paşa aynı zamanda Osmanlı’da “değiştirilemeyecek şekilde yerleşmiş bir sistem” istediğinden bahsediyor ve padişahın mutlak yetkisini “zulüm” olarak nitelendiriyordu.6 Yani, Mısır’a karşı askeri destek isterken, aynı zamanda yeni sistemin kurulmasında da İngiltere’nin yardımı aranıyordu. Tanzimat paşalarından biri olan ve Reşit Paşa ile de çok yakın çalışacak olan Keçecizade Fuat Paşa da “Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkan yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir (elçilikler).”7 diyerek, Reşat Paşa’nın muhtırasına benzer bir yaklaşım ortaya koyuyordu. Hakikaten de bu muhtıradan sonra İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya’nın yardımlarıyla savaş bir süreliğine Osmanlı’nın lehine dönecektir.
3 Kasım 1839’da okunacak olan Tanzimat Fermanı’na yaklaşırken, bu gelişmeler Osmanlı Devleti’nin içine gireceği sürece büyük etki yapacaktır. Tanzimat Fermanı’ndaki yenilikler ilan edildikten sonra ferman “… dost devletlere dahi bu usulün inşaallahu Taala sonsuza kadar var olacağına şahid olmak üzere İstanbul’da bulunan bütün sefirliklere dahi resmen bildirilsin.”8 ibaresiyle Düvel-i Muazzama diye adlandırılan “büyük devletlere” bildirilmiştir. Tamamen Osmanlı Devleti’nin iç işlerini kapsayan bu ferman yayınlanır yayınlanmaz Batılı devletlere bildirilmiştir. Bununla, Osmanlı’da yaşan vatandaşların eşitliğinin sağlanacağı ve devletin düze çıkacağı konusunda onlara güven vermek ve fermanı onların güvencesi altına sokmak amaçlanıyordu.
Tolga DİŞCİ
Türkiye Gençlik Birliği GYK Üyesi / Ankara İl Sekreteri
Kaynakça:
1- AKŞİN Sina, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul 2007, s. 27-28.
2- AVCIOĞLU Doğan, Türkiye’nin Düzeni Dün Bugün Yarın, İstanbul 2015, s. 75.
3- PAMUK Şevket, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, İstanbul 2008, s. 33-36.
4- AVCIOĞLU, a.g.e, s. 72.
5- a.g.e, s. 73.
6- BERKES Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 2017, s. 213.
7- AKŞİN, a.g.e, s. 30-31.
8- BALCI Muharrem, Tanzimat’tan Günümüze Islah, Resepsiyon ve Uyum Çalışmalarının Tahlili, 2000, s. 45.
tgb.gen.tr