Tanzimat IV – 20. Yüzyıla Doğru

Tanzimat'la birlikte Türkiye’ye getirilen gelişme karşılıklı çıkara değil, Türkiye’nin Batılı devletlere bağımlılığına dayanıyor.

Tanzimat IV – 20. Yüzyıla Doğru
Tolga Dişçi
Tolga Dişçi
YAZAR

93 Harbi bittikten sonra Ruslar, zaferleri üzerine Osmanlı ile imzaladıkları Ayastefanos Antlaşması’yla ciddi avantajlar elde ettiler. Bunun üzerine Avrupalı devletler işe karışıp antlaşmanın görüşülmesi üzerine 1878’de Berlin’de bir kongre toplanması kararını aldılar. Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Rusya, Almanya, Britanya, Fransa ve İtalya arasında 13 Temmuz 1878 günü Berlin Barış Antlaşması imzalandı. Mahmut Nedim Paşa, 1875’te “bir süreliğine” dış borç faizlerinin sadece yarısının ödeneceğini ilan etmişti.41 Aynı zamanda Osmanlı Devleti, 1870’ler itibariyle borç ödemek için dış borç alır duruma gelmişti.42 Bu şartlar altında gerçekleşen Berlin Antlaşması, aslında Paris Antlaşması gibi, büyük devletlerin Osmanlı’yı Rusya’dan kurtarmasının mükafatıydı. Bu doğrultuda antlaşmada Osmanlı’nın itirazlarına rağmen, Osmanlı maliyesini yönetecek uluslararası bir mali komisyonun kurulması kabul edildi. “Bab-ı Ali, bu bölümde kabul edilen tedbirleri belirli zamanlarda devletlere bildirecek ve devletler bu tedbirlerin uygulanmasını denetleyeceklerdir.”43

Bu kararlar doğrultusunda 1881’de yayınlanana Muharrem Kararnamesi ile hepimizin ismine çokça aşina olduğu Duyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Bu idare, alacaklıların, Osmanlı Devleti’nin ve Osmanlı Bankası’nın temsilcilerinden oluşuyordu. Amacı borçların ödenmesi için gerekenlerin yapılmasını sağlamaktı. Bu doğrultuda, birçok verginin toplanması Duyun-u Umumiye’nin eline bırakılarak ona adeta ikinci bir Maliye Bakanlığı işlevi verildi. İlerleyen süreçte devlet adına memur alımı da yapacak olan Duyun-u Umumiye, uzun süre Osmanlı ekonomisine Avrupalı devletlerin önemli resmi müdahale araçlarından biri olacaktır. Detaylı incelendiğinde Duyun-u Umumiye’nin yetkileri ve yaptıkları gerçekten şaşırtıcıdır ve kurulması 2. Abdülhamit dönemine denk gelse de, Tanzimat Dönemi ekonomi politikalarının kurumsallaşmış bir sonucudur.

1884’e kadar Osmanlı tütün sektörü Duyun-u Umumiye’nin elindeydi. 84’te Osmanlı Devleti, Duyun-u Umumiye, Osmanlı Bankası ve biri Viyana biri Berlin merkezli iki ayrı yabancı bankanın ortak antlaşmasıyla tütün sektörü tekel ayrıcalığı ile kısaca Reji diye anılan özel şirkete devredildi. Bu şirket Osmanlı sınırları içinde tütün üretme ve alım satımı yapma haklarının tamamını elinde bulunduruyordu. Tütün alım fiyatını düşürüp, satış fiyatını arttırmasının yanında Reji aynı zamanda tütün kaçakçılığı ile mücadeleyi de kendisi veriyordu. Reji, tütün kaçakçılığı ile mücadele için bir kanun taslağı hazırladı ve Hükümet bu taslağı onaylayarak kanunlaştırdı. Kanunun uygulanmasını da Reji idaresinin kendisine bıraktı. Peki kanunu uygulamak için ne gerekir? Zor gücü. Yani, hükümet Reji’ye kendi askeri gücünü kurma ve Osmanlı içinde zor gücü uygulama hakkı verdi. Reji bu amaçla bir cins jandarma örgütü kurdu ve bu örgüt binlerce kez kullanıldı.44

Tüm bu dağınıklığın ve otorite eksikliğinin etkisini Doğan Avcıoğlu şöyle anlatıyor:

“19. yüzyıla kadar toplumsal hayat tarzı, hatta kıyafeti, meskeni Müslümanlarınkinden pek ayrı olmayan gayrimüslim reaya ve Levantenler*, artık ayrılmaya, başkalaşmaya yüz tuttu. Kahve ve bakkallarıyla Rum, modası ile Fransız, paltosu ile İngiliz, birahaneleriyle Alman, musikisi ile İtalyan ve İspanyol, bekçisi ve hammalı ile Türk bir İstanbul doğdu.”45 (*Levanten: Büyük liman kentlerinde ticaretle uğraşan Avrupalıları tanımlamak için kullanılan bir tabir)

YENİ OSMANLILAR

Tanzimat Dönemi’nden önce başlayan Türkiye’nin modernleşmesi süreci ve tüm dünyada etkili olan 1789 Büyük Fransız Devrimi, 1848 Devrimleri ve 1871 Paris Komünü gibi olgular Osmanlı aydınlarını da etkilemiştir. İlk somut devrimci örgütlü hareket olarak ortaya çıkacak olan Yeni Osmanlılar Cemiyeti, bu koşullarda 1865 yılında Belgrad Ormanlarında ilk ismi “Meslek” olacak şekilde kurulmuştur. Kurucuları özellikle Tercüme Odası çevrelerinden olan ya da gazetecilik yapan Menâpirzâde Nuri Bey, Kayazâde Reşat Bey, Sağır Ahmet Beyzade Mehmet Bey, Suphi Paşazade Ayetullah Bey, Namık Kemal Bey ve Manyasizade Refik Bey’dir. Ali Suavi Bey de Yeni Osmanlılar’ın önemli bir üyesidir. Fransız Devrimi’nin öne çıkardığı “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” kavramları ve aynı zamanda yine Fransız Devrimi’yle yaygınlaşan “vatan, vatandaş, millet, milliyetçilik, egemenlik, bağımsızlık, hürriyet” gibi kavramlar Yeni Osmanlılar’ın yazıları, tiyatro oyunları, cami vaazları ve bireysel konuşmaları aracılığıyla Osmanlı topraklarında yayılmıştır. Bu açıdan vatan ve millet gibi yerel olduğu düşünülen kavramlar aslında Fransız Devrimi’nden, yabancı kaynaklar vasıtasıyla alınmıştır. Çünkü millet kavramı, cemaatlere ya da etnik kökenlere ayrılarak doğuştan gelen ayrımları bırakmış, yerine ortak tarih bağı, ortak amaç ve ortak sınırlara sahip toplulukların tek çatı altında toplanmasını koymuştur. Aynı zamanda bu kavram halkı sultanın, kralın, ağanın, lordun vs. malı olmaktan çıkarmış ve toplumun bir bireyi haline getirmiştir.

Yeni Osmanlılar bu yüzden Osmanlı’da yaşayan halkları bir “Osmanlı milleti” haline getirmeye çalışmışlardır. Milletin yaşadığı topraklar yine sultanın, kralın, ağanın, lordun malı değil, milletin vatanı olur. Mal sahibi değiştiğine göre, üretim ilişkileri de değişmiştir. Çünkü üretimin üzerinde gerçekleştiği toprağın sahibi artık başkasıdır. Ve milletin yasal hak ve özgürlükleri, kul, tebaa ya da marabanın hak ve özgürlüklerinden farklıdır. Vatan ve millet gibi kavramlar bu açıdan evrenseldir. Orta Çağ’daki bağlılıklar değişmiş ve topraklar, araçlar ve mallar özel mülkler olarak, üzerinde yaşayanlar tarafından özgürce alınıp satılabilir duruma gelmiştir. Yeni çıkan vatan ve millet kavramları bunun ifadesidir.

Vatan ise, yukarıda örneklerini incelediğimiz gibi büyük sermaye sahibi devletlerin askeri ve ekonomik saldırısı altındadır. Çünkü bu vatan hem işgücü ve hammadde kaynağıdır hem de pazar alanıdır. Bu açıdan, vatanın araçlarının üzerinde yaşayanlar tarafından değil de Düvel-i Muazzama tarafından kullanılması aslında vatandaşların özgürlük haklarını elinden almaktır. Bu sebeple, vatan ve millet kavramalarına yüklediğimiz anlamlar böyle bir işgal altında zedelenir ve bir yerden sonra bu niteliklerini kaybederler. (O yüzden Tanzimat’ın Osmanlı milleti oluşturma iddiası boşa çıkmıştır.)BU CÜMLEYİ ŞÖYLE DEĞİŞTİRİYORUM: O yüzden Osmanlı’nın “vatan” olması ve “Osmanlı milleti” oluşması süreçleri Tanzimat Fermanı sonrası sekteye uğramıştır. Ayrıca, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kurucuları arasında Paris Komünü’ne katılan ve orada savaşanlar da vardır. Bunların da Cumhuriyet rejimini ve ortak kamu mülkiyetini övdükleri yazılarla karşılaşacağız. Cemiyet küçük memurlardan oluşuyordu. Ortak amaçları Meşrutiyet yönetiminin kurulması ve Kanun-i Esasi’nin yani anayasanın ilan edilmesiydi. Bu açılardan baktığımızda Yeni Osmanlılar Cemiyeti muhalefetinin hedefinde Tanzimat Dönemi uygulamalarında devleti yöneten paşaların hükümeti yani Bab-ı Ali vardı.

SONUÇ

Çağdaşlaşma süreci, içinde iki zıt anlayış taşır. Biri çağdaş devletlerin gelip bizi de çağdaşlaştırması, diğeri çağdaş devletlerle çeşitli işbirlikleri halinde kendi kaynaklarımızla çağdaşlaşmaktır. Tanzimat Dönemi, bu ilk anlayışa yaslanmıştır. Aslında şu an bakınca ilk anlayış bize kesinlikle kabul edilemez gelse de, kolay bir yöntemdir. Hazır olanın, ülkemize ithal edilmesi ve bu sayede kolayca ayakta kalmaya devam etmek, zorlu politikaların altına girmemek bir tercihtir. Ancak burada, çeşitli ayrıcalıklar vererek ve haklar tanıyarak Batılı devletlerin bizi çağdaşlaştırması hesabı tam olarak tutmadı. Çünkü Tanzimat’ın verdiği haklar aslında pazar olarak kullanılacak bölge arayan, dünyanın her yerinde nüfuz alanı yaratmaya çalışan büyük devletler için birer altın fırsat oldu. İleride zor gücüyle gelip almaya çalışacakları bu şeyleri, antlaşmalarla sağladılar. Daha sonra Türkiye’ye açıktan savaş ilan ettiklerinde de, önceden aldıkları bu avantajlar onların elini güçlendirdi. Tanzimatçıların tespit edemediği ya da görmezden geldiği şey, büyük devlet sermayelerinin yayılmacı politikalarıydı. Bu illa fiili bir işgal anlamına gelmiyor, üretim, pazar ve ticaret üzerinde bir şekilde egemenlik kurmak da bu yayılmacılığa dahil. Aslında bu açıdan Doğan Avcıoğlu, Tanzimat Batıcılığı ile Menderes Batıcılığını birbirine çok benzetiyor. İki Batıcılık anlayışı da aslında bahsettiğim ilk anlayışı ya da ilk çizgiyi temsil ediyor. Bu şartlarda Türkiye’ye getirilen gelişme karşılıklı çıkara değil, Türkiye’nin Batılı devletlere bağımlılığına dayanıyor. Bu çizgi aslında çağdaşlaşmaya yaramamış, tam tersine geriye gitmeye sebep olmuştur. Osmanlı milletinin oluşmasının önüne set çekmiş, Osmanlı merkezi otoritesini güçsüzleştirmiş, Türklerin milletleşmesi koşullarını dağıtmış ve Osmanlı’yı hem bağımlı hem de işgale hazır hale getirmiştir. Türkiye’nin ABD ile ittifakı süreci ise benzer bir süreçtir, ağalığı, etnik ve mezhepsel bölücülüğü, FETÖ’yü beslemiş; Türkiye’nin ABD tarafından askeri üs olarak kullanılmasının ve devlet kaynaklarının özel sektöre ve yabancı sermayedarlara teslim edilmesinin önünü açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin şansı, bahsettiğimiz ikinci çağdaşlaşma çizgisinin Cumhuriyet’in kuruluşu öncesi ve sonrasında etkili olması ve Türkiye’de emperyalizme direnecek güçleri hazırlamış olmasıdır.

Yeni Osmanlılar, Tanzimat Dönemi içinde ortaya çıkmaları ve Batılılaşma diye tarif ettiğimiz çağdaşlaşmayı savunmaları sebebiyle kimi zaman Tanzimatçıların bir devamı olarak görülürler. Bahsettiğimiz gibi, çağdaşlaşma içinde iki zıt çizgi vardır. Yeni Osmanlılar ikinci çizgiyi temsil ederler. Bu yüzden, muhalefeti padişaha dahi değil, ilk çizgiyi temsil eden Tanzimatçılara karşı yapmışlardır. Yeni Osmanlılar, Osmanlı Devleti içinde Tanzimat’a duyulan karşıtlığın örgütlü halidir. Ağırlıkla küçük memurlardan meydana gelen hareket, saray bürokrasisinin meydana getirdiği Tanzimatçılara sınıfsal olarak da karşıttır. Beslenme kaynakları ise Tanzimatçıların yaptığı reformlar değil, dünyada gelişen milli egemenlik ve bağımsızlık hareketleri ve yine Osmanlı’nın üzerine inşa edildiği devlet gelenekleridir. Yeni Osmanlılar, Osmanlı’nın ve Fransız Devrimi sonrası dünyanın birikimlerinden beslenerek, Tanzimatçıların karşıtı olarak ortaya çıkmıştır.

Başta bahsettiğimiz ileri ve geri kavramlarını şimdi tekrar değerlendirebiliriz. Tarih, çelişkinin çözülmesiyle ilerlediğine göre çağdaşlaşmak çelişkiyi çözmektir. Yani iki zıt kuvvetin ne olduğunu ve bunlardan hangisinin baskın çıkması gerektiğini belirleyip, onun baskın çıkmasını sağlamak çağdaşlaşmak, ilerlemek demektir. 1800’lerin sonlarına doğru, kapitalizm, emperyalizm aşamasına doğru ilerlemektedir. Emperyalizm, kapitalizmin serbest ticaret ve rekabet özelliklerini yıkarak yerine tekeller kurması ve rekabet ile gelişen üretime sekte vurmasıdır, tekelci kapitalizm diye tanımlanır. Emperyalist devletler, daha az rekabet gücüne sahip devletlerin pazarlarını, hammadde ve üretim güçlerini ucuza kullanarak kendi ülkelerinde işçi sınıflarının refahını arttırırlar. Bu sayede, işçilerin de sermayedarların yürüttüğü emperyalist sömürü konusunda desteğini alırlar. Emperyalizm aynı zamanda parasal sermayeyi bankalar üzerinde kullanarak paranın dolaşımı ve değeri üzerinde de egemenlik kurar. Bu açıdan, Tanzimat Dönemi’nde başta İngiltere ve Fransa olmak üzerinde büyük devletlerin Osmanlı üzerinde elde ettiği haklar, kapitalizmin emperyalizme doğru gidişine katkı sağladı. Aynı zamanda, Osmanlı’yı da emperyalist sömürünün zararlarıyla karşı karşıya bıraktı. Bu açıdan Tanzimat gericidir, Yeni Osmanlı Hareketi ise Tanzimat’ın tam olarak karşısında ve ilericidir.

Günümüzdeki tartışmaların ilericiliğini ve gericiliğini de belirleyen şey çelişkidir. Günümüzün çelişkisi gelişen uluslar ile emperyalizm arasındadır. Daha somut koyarsak Avrasya ile Atlantik cepheleri arasındadır. Çelişkiyi partiler arasındaki mücadelelere, tek tek bireylerin kişisel duygularına ya da etnik, cinsel, mezhepsel kimliklerin çatışması üzerine kuranlar bu yüzden gericidir. Gelişen uluslar ile emperyalizm arasındaki çelişkiyi çözmeye, gelişen ulusların emperyalizme karşı baskın çıkmasına yönelik yapılan tüm hareketler ilerici, emperyalizmin baskın çıkmasına sebep olan tüm hareketler de yine bu açıdan gericidir.

Avrasya ile Atlantik’in mücadelesinde son birkaç yıldır Avrasya’nın ağırlığı belirgin şekilde artmakta. Son olarak COVID-19 ile Avrasya’nın temsil ettiği kamuculuk, özel çıkara dayalı ekonomilerin karşısında ciddi zaferler elde etti. Dünyamız, çelişkinin çözülmesine doğru giderken, daha refah içinde, daha sağlık, daha üreten ve daha mutlu günlere doğru yol alıyor. Bu süreçte Türkiye üzerine düşen sorumluluğu yerine getiriyor. Tabii ki, Türkiye’nin içinde de çatışan kuvvetler yani çelişki var, Türkiye ABD’den koptukça, bu çelişkiyi ileri yönde çözüyor. Bu Türkiye vatanının bir vatandaşı, Türk milletinin bir ferdi olmanın mutluluğuyla, ileriye doğru yol alan dünyamızın heyecanıyla yazıyı burada noktalıyoruz. Detaylı bilgiler için kaynakçayı inceleyebilirsiniz.

Tolga DİŞCİ

Türkiye Gençlik Birliği GYK Üyesi / Ankara İl Sekreteri

Kaynakça:

41- (AVCIOĞLU Doğan, Türkiye’nin Düzeni Dün Bugün Yarın, İstanbul 2015, s.88)

42- (PAMUK Şevket, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, İstanbul 2013, s.145)

43- (AVCIOĞLU, a.g.e, s.84)

44- (a.g.e, s.94-95)

45- (a.g.e, s.137)

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler