Türk Adının Tarih Sahnesine İki Çıkışı

Türk kelimesinin kökenindeki siyasi bağ: Törü, bodun, millet...

Türk Adının Tarih Sahnesine İki Çıkışı
Samet Ümit Çilburunoğlu
Samet Ümit Çilburunoğlu
YAZAR

Türk adı tarihte iki kez devrimlerle karşımıza çıkıyor ve ifade ettiği tüm anlamları bu iki eşikten alıyor. Birincisi; Türklerin uygarlaşma, devletleşme, kurumlaşma ve bir hukuk düzeni oluşturma atılımıyla gerçekleşmektedir. İkincisi ise; 19.yüzyıl ortalarından günümüze kadar gelen Türk Devrimi’nin (milli demokratik devrim) bir millet yaratma ve devlet kurma süreciyle örtüşmektedir. Toplam olarak baktığımızda Türk adı devrimler, devlet kurma geleneği, millet kavramı, siyasal örgütlenme ve hukuk kavramlarıyla açıklanabilen siyasi bir içerikle karşımıza çıkıyor.

TÜRK ADININ KÖKENİ

Türk adı birçok tarihçi tarafından kökenine inilerek farklı yorumlarla anlamlandırılmıştır. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları isimli kitabında Türk isminin bir cins isim olarak 420 tarihli bir Pers metninde Altaylı kavimleri ifade etmek için kullanıldığını, sonra 515 hadiseleri dolayısıyla “Türk-Hun” şeklinde “kuvvetli Hunlar” anlamını ifade etmek için kullanıldığını yazıyor. En son 1911 yılında yayınlanan Uygurca bir metinden Türk adının ‘güç ve kuvvet’ anlamına geldiğinin kesin olarak anlaşıldığını ifade ediyor.

Jean-Paul Roux da Türklerin Tarihi isimli kitabında bazı toplulukların siyasi bir anlam ifade eden Türk adını kendilerine verdiğini ancak Türk adını “kendine Türk demek” şeklinde açıklamanın yetersiz olduğunu yazmıştır. Roux’a göre Türk, Türkçe konuşandır.

Tarihçi Zeki Velidi Togan ise bu iki yaklaşımı da birleştiren ve ayrı ayrı açıklama yoluna giden bir tutumla karşımıza çıkıyor. “Türk ismi ancak Türk lehçelerinde konuşan kavimleri tabir etmede kullanılır” diyen Togan, Türk kelimesinin “kuvvet” anlamını ifade ettiğinden de söz ediyor. Son olarak /tüz/ kelimesinin /tur/ kelimesinin Z’li şekli olduğunu varsayarak Türk adının “teşekkül ve intizam” yani oluşum ve düzen anlamlarına gelen /tüz/den gelmiş olabileceğine değiniyor. Togan’ın bu son tezi akla en uygun tez gibi görünüyor. Biraz daha derinleştirelim.

Girişte Türk adının tarih sahnesine ilk çıkışında bir devletleşme, uygarlaşma, hukuk yaratma ve kurumlaşma atılımı olduğundan söz etmiştik. Türk adının kökenini de burada aramak sanıyoruz en doğrusu olacaktır. Bu atılımların ve Türk adının genel olarak bir örgütlenmeyi karşıladığını kabul edersek Orhun Yazıtları’nda geçen birtakım ifadelerden Türk adına ulaşmak mümkündür.

Türkçedeki R/Z dönüşümüne bakıldığında örgütlenme ve düzenlemeyle ilgili Tur/Tuz/Tür/Tüz arasında bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Tür, aynı kökten gelenlerin sınıflanması, örgütlenmesi sonucu ortaya çıkıyor.

Ayrı yaşayan boyları birleştirmek anlamında “kop it-”, birleşen boyları düzene sokmak anlamında “tüz it-” eylemleri ise Orhun Yazıtları’nda sık sık kullanılmaktadır. Bu eylemler nihayetinde bir hukukun getirildiğinin göstergesidir.

Tüm bunlara Og’dan Ogur’a isimli kitabında değinen Dr. Doğu Perinçek, Türk isminin anlamını R’li Türkçede “düzenleme” anlamına gelen /Tür-Törü/, Z’li Türkçede “hukuk” anlamına gelen /Tüz-Tüzük/ kavramlarında arıyor. Bir kısım bilim adamları Türk sözcüğünün insan ve türemek, çoğalmak anlamına gelen Tur sözcüğünden geldiğini savunsa da devlet kuruculuğu, siyasal örgütlenme ve hukuk atılımlarıyla tarih sahnesine çıkan Türklerin ismini Orhun Yazıtları’nı okuyan ve çözümleyen Vilhelm Thomsen’in de saptadığı gibi töreli anlamına gelen Törük-Türük sözcüğünden getirmek daha doğrudur. 

TÜRK ADI VE GÖKTÜRKLER

Türk adının tarih sahnesine ilk çıkışı Göktürkler olarak bildiğimiz Çince deyişle Tu-kiular, eski Türkçe deyişle Türk ya da Türükler ile karşımıza çıkıyor. Göktürkler’den önce de Orta Asya bozkırlarında birçok Türk topluluğunun klanlar, kabileler, konfederasyonlar şeklinde örgütlenerek yaşamış olduğunu biliyoruz. Hatta kurulan ilk Türk kabile konfederasyonu olarak Hunlar karşımıza çıkıyor. Ancak Göktürklerden önce hiçbir Türk boy ya da kabilesi Türk adını kullanmamıştır. Öyleyse neden onları da Türk tarihi içinde inceliyoruz sorusuna ve Türk adının Göktürklerle ilişkisine cevaplar arayalım. Göktürkler, Türk adını bir devlet adı olarak ilk kez kullanan Türk topluluğu olması bakımından bir eşiği ifade etmektedir. Tabii Göktürklerden önceki Türk örgütlenmeleri, bilhassa Hunlar bu tarihi eşiğin ifade ettiği anlamın temellerini atması bakımından dikkatle incelenmelidir.

Türk tarihinde ilk kabile konfederasyonunu kuran Hiung-nuların (Hunlar) özel bir kolu olan Aşina (A-se-na) kabilesi 6.yüzyılın ortalarında Altay Dağlarının etrafında Juan-Juanların (Avarlar) hâkimiyetinde yaşamaktaydı. Aşina kabilesi ve Bumin Kağan önderliğinde güçlenen Türkler 552 yılında Juan-Juanları yenerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Türgişler, Dokuz Oğuzlar, Karluklar, Kırgızlar gibi birçok boyu kendilerine bağımlı kılarak merkezi Ötüken olan yeni bir büyük kabileler konfederasyonu kurdular. Türk adı önceleri bu konfederasyonu kuran ve hâkim olan boyların adıydı.

Göktürkler zamanında, kabileler içinde kuvvetli bir toplumsal farklılaşmanın ortaya çıktığı ve kabile sisteminin çözülme yoluna girdiği görülmektedir. Dolayısıyla tıpkı Göktürklerin 552’de Juan-Juanların hâkimiyetine son vererek üstünlüğü ele geçirmesi gibi bazı kabileler ve kabile topluluklarının diğerleri üzerinde hâkimiyet kurmak suretiyle onları kendilerine bağımlı hale getirdiklerini görüyoruz.
Göktürk kabilelerinin meydana getirdiği birliğin kurucusu ve hükümdarı olan Bumin Kağan’ın Göktürk Konfederasyonu’nu nasıl kurduğu Orhun Yazıtları’nda şöyle özetleniyor:

“Ordu sevk ederek dört tarafındaki bodunu hep tabi kılıyor. İlliyi ilsizleştirip, kağanlıyı kağansızlaştırıyor. Başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürüyor. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demirkapı’ya kadar konduruyor. İkisi arasında pek teşkilatsız Göktürk’ü düzene sokarak öylece oturuyor.”

Ayrıca Orhun Yazıtları’nda konfederasyonu oluşturan akraba topluluklara ‘’bodun’’ dendiğini görüyoruz. Bir bağımlılık ilişkisini ifade eden “bodun” kelimesi her ne kadar millet anlamına gelmeyip Bilge Kağan’a bağımlı kabileler ittifakını ifade ediyor olsa da o dönem için bugünkü anlamda devlet olmanın ve millet kavramının ilk filizlerini vermesi bakımından çok önemli olmakla beraber Türk adının uygarlaşma, devletleşme, kurumlaşma ve bir hukuk yaratma atılımlarıyla birebir örtüşmektedir. Dolayısıyla Türk adının ortaya çıkması ile Göktürk Devleti’nin kurulması arasındaki ilişki, Göktürklerin o dönem için ileri bir siyasal örgütlenmeyi, hukuk düzeninin oluşmaya başlamasını ve devlet olmanın ilk nüvelerini temsil etmesidir.

Göktürklerden önceki Türk topluluklarının bu ismi kullanmamış olmalarına rağmen niçin Türk topluluğu olarak ifade edildiği ve incelendiği konusuna yine Türk adının kökeni ve Göktürk Devleti ile ilişkisine bakarak yanıt vermek mümkün. Türk adının töreli anlamına gelen Türük ya da Törük sözcüklerinden geldiğini ifade etmiştik. Bu, bir hukuk düzeninin getirildiğine, dolayısıyla bir merkezi idare ve örgütlü yapılar kurulduğuna işaret etmektedir. Bunun gerçekleşmesi de Türklerde özel mülkiyetin gelişmesi, kabile sisteminin çözülmesi ve sınıfsal farklılıkların ortaya çıkması süreçlerinin aşamalı gelişimiyle ortaya çıkmıştır. Kabile olarak yaşayan Türk toplulukları üstün oldukları diğer kabileleri yağmalayarak bir artı değere sahip olmaya başladı. Zamanla bu artı değeri elinde bulunduracak ve hükmedecek bir aristokrasiye ihtiyaç duyuldu. Bu aristokrasi kurulurken aynı zamanda kabileler içinde beyler ile çobanlar ayrıldı. Hun Konfederasyonu’nun baş kabilesi(Şan-yü) ile bir altında Hunların en soylu 5 kabilesi bu aristokrasiyi oluşturuyor ve özel mülkiyeti (hayvan sürüleri ve üretim fazlası) elinde bulunduruyordu. Diğer Hun kabileleri ve bağımlı kabileler savaşa asker göndermek ve çobanlık etmekle yükümlüydü. Böylelikle sınıfsal farklılıklar da ortaya çıkmıştı. Bu kabileler hakim kabileler tarafından yağmaya dayalı sömürü ile konfederasyona bağımlı tutuluyor ve bir birlik sağlanmış oluyordu. Göktürkler döneminde özel mülkiyetin daha fazla gelişmesi, sınıfsal farklılıkların artmasının hız kazanması ve bu arada kabile sisteminin çözülerek kabile üyelerinin kabilesinden farklı yerlere göç etmesi gibi durumlar –yerleşik tarımın görülmesi bunda etkili olabilir- hukuk düzeninin daha da gelişmesini ve Türk adıyla da birleşmesini sağlıyor. Dolayısıyla klandan, kabileye, kabileden konfederasyona gelen bu süreç Türklerin, Göktürklerden önce bu hukuk düzenini oluşturan aşamalara girdiğine işaret ediyor. Bu hukukun ciddi gelişme gösterdiği Göktürkler zamanında ortaya çıkan Türk adı bu düzeni simgeleyen bir isim olarak aralarında hem akrabalık ilişkileri olan hem yaşayış açısından belli benzerlikler gösteren hem de kurulan hukuk içerisinde hükümdara bağlı olan topluluklar için kullanılagelmiştir.

KAN BAĞI YERİNE SİYASİ BAĞ

Kabile sisteminin çözülmesine ve Göktürkler zamanındaki gibi gelişmiş bir konfederasyon devletinin kurulmasına giden yol, Hunlar döneminde kan bağının çözülmeye başlamasından geçmiştir. Kan bağına dayalı klan (soy) örgütlenmesinin çözülmesi, Hunlar döneminde bazı klanların diğerleri üzerinde hâkimiyet kurmasıyla kabile aristokrasisinin oluşması, zenginliklerin bu aristokrasinin elinde bulunması, özel mülkiyetin ataerkil aile ve aile başkanının mülkiyeti şeklinde gelişmesi, hükmeden kabilenin içinde farklılaşmaların oluşması ve derinleşmesi ve kabile şefleri zümresinin oluşmasıyla gerçekleşmiştir. Bununla beraber savaş için örgütlenme topluluk hayatında düzenli bir görev haline gelmiştir. Göçebe kabile aristokrasisinin kendi kabilesi üzerinde baskı kurması ve diğer kabileleri yağma yoluyla sömürmesi kan bağından farklı bir bağımlılık ilişkisini beraberinde getirmiştir. Yağma yoluyla sömürü sisteminin ve savaş için örgütlenme yoluyla oluşan askeri-demokrasinin getirdiği bağımlılık ilişkisi kabileler arasında iken zamanla hâkim kabile ile bağımlı kabilelerin şefleri arasındaki (bey ile serf arasında) ilişki olarak değişiyor. Bu da feodal ilişkilerin ilk nüvesi olarak karşımıza çıkıyor. 

Göktürkler döneminde ise zenginlik ve özel mülkiyetin gelişmesi hızını artırmıştır. Bu da beraberinde kan bağına dayalı klan (soy) örgütlenmesinin çözülüşünü hızlandırmıştır. Göktürkler döneminde özel mülkiyetin gelişim aşamasını ve kan bağlarının ne derece çözüldüğünü Bilge Kağan şu sözlerle anlatıyor: ‘’O zamanda kul kullu olmuştu, cariye cariyeli olmuştu. Küçük kardeş büyük kardeşi bilmezdi, oğul babasını bilmezdi. Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı.’’
Kan bağlarının, küçük kardeşin büyük kardeşi, oğulun babayı bilmeyecek kadar çözülmüş olmasının devletin düzeni, hukukun gelişimi açısından çok önemli olduğunu ‘’Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı’’ sözünden anlıyoruz. Kan bağlarının bu derecede çözülmüş olması topluluk yaşantısında değişiklikleri beraberinde getiriyor. Klanlar dağılıyor, aynı klana mensup insanlar farklı yerlere yerleştiriliyor ve farklı klanlara mensup insanlardan oluşan askeri birlikler kuruluyordu. Özel mülkiyetin gelişmesi, sınıflaşmanın derinleşmesi, klanın ortak mülkiyetinin özel mükiyet karşısında gerilemesi sonucu çözülen kan bağının getirdiği bu yeni yaşantı, merkezi otoritenin öne çıkmasını sağlamış ve belli bir klanın üyesi olmanın yerini bir aristokrata bağımlılık almıştı.

Özetle, hâkim durumda olan Göktürk boyları ile ona bağımlı olan diğer kavimler arasındaki ilişki feodal ilişkilerin ilk tomurcuğu olarak karşımıza çıkıyor. Kabileler arasında olan bu bağımlılık ilişkisinin daha sonra hâkim kabilenin beyi ile bağımlı kabilenin beyi arasında gerçekleşmesi, tabii olanın hâkim olana “işini gücünü vermesi” ve Hunlarda görülen yağma-sömürü ile birliğin yerini belli bir hukuka ve düzene dayanan sömürünün alması Göktürkler döneminde kan bağı yerine siyasal bağın oluşmaya başladığını gösterir.

TÜRK ADININ GÖKTÜRKLER İLE ATATÜRK DÖNEMİNDEKİ ORTAK İÇERİĞİ

Türk adının Göktürkler ile Atatürk dönemlerindeki ortak içeriğini gün yüzüne çıkarmak için Türk adının kökeni olarak incelediğimiz “törü” kavramına, Göktürkler döneminde oluşan siyasal bağ ile karşımıza çıkan ‘bodun’ kavramına ve Atatürk Devrimi ile karşımıza çıkan “millet” kavramına eğileceğiz.

Düzenleme anlamına gelen ‘törü’ kelimesi Türk adının kökenini oluşturuyor demiştik. Orta Asya bozkırlarında yaşayış ve soy açısından benzerlikler gösteren topluluklara verilen Türk adının ilk kez Göktürkler için kullanılması adım adım kurulan ve gelişen düzen ve o düzenle beraber ortaya çıkan ‘bodun’ kavramıyla örtüşmektedir. Özel mülkiyetin gelişmesi, kan bağlarının çözülmesi, klana bağlılığın yerini aristokrata bağlılığın alması, kabile şefleri zümresinin oluşması ve bağlılık ilişkilerinin hâkim kabilenin şefi ile tabii olan kabilenin şefi arasında gelişmesi gibi ilerlemeler devlet olma sürecinde bir sonraki aşama olan feodalizmin ilk belirtileri olarak karşımıza çıkıyor. Orhun Yazıtları’nda geçen “bodun” kelimesi millet olarak çevrilse de 19. ve 20. yüzyıllardaki içeriğiyle millet kavramı hiçbir dilde geçmiyordu. Millet kavramının ortaya çıkması 19. yüzyıl ortalarında kapitalizm ile birlikte gerçekleşecekti. Bodun, Göktürkler döneminde bir bağımlılık ilişkisini ifade ediyordu. Belli bir aristokrata mal ve hizmet sunan kabileler bodun olarak anılıyordu. Bu durumu açığa çıkaran ‘işini gücünü vermek’ deyimi Orhun Yazıtları’nda çokça yer almaktadır. Özünü bu deyimden alan, hâkim kabile ile bağımlı kabileler arasındaki bu tabiiyet ilişkisi önceki dönemlere göre ileri bir siyasal örgütlenmeyi ifade ediyor, birlik ve beraberlik sağlanmış oluyordu.

Avrupa’nın milli demokratik devrimlerinde bugünkü içeriğini kazanan millet(nation) kavramı Türkiye’nin milli demokratik devrimiyle yerlileşmeden önce milli devrimci akımı olan Genç Osmanlılar/GençTürkler tarafından getirilmiştir. Atatürk Devrimi ile gelişen milletleşme süreci Kurtuluş Savaşı sonrası milli Türk Devleti’nin kuruluşuyla örtüşmektedir. Kemalistler başlarda bu milletleşme sürecini tahlil ederken tutarsızlıklar yaşamışlardır. Göktürkler döneminde ortaya çıkan bodun kavramını yani ‘işini gücünü vermek’ deyimiyle açıkladığımız hâkim kabile ile bağımlı kabileler arasındaki tabiiyet ilişkisini milletin oluşumu olarak görmüşlerdir. Bir yandan da önderlik ettikleri devrimi ümmetten millete geçiş olarak tanımlamışlardır. Mustafa Kemal Atatürk, 1923 yılında gerçekleşen İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada Türklerin o zamana kadar ‘’gerçek, bilimsel, olumlu anlamıyla millî bir devir yaşamadıklarını” ve “millî bir tarihe malik olmadıklarını” kesin bir dille ifade ederek bu tutarsızlıklara son noktayı koymuştur. Atatürk’ün, devrimle oluşan millet tanımı üç temel unsur üzerinde yükselmiştir: Türkiye(vatan), Türkiye halkı ve Cumhuriyet Devrimi. Buna göre millet, belli bir coğrafya üzerinde yani vatan toprağında etnik kökene göre değil, ortak vatan, ortak kültür ve ortak devrime göre tanımlanmıştır.

Atatürk’ün devrimle yaratılan bu millet tanımıyla, milletin oluşmasında siyasal bağın belirleyici olduğunu vurgulaması Göktürkler ile Atatürk döneminde Türk adının ortak içeriğini meselenin özünden vermektedir. Göktürklerin bodunu da Atatürk Devrimi’nin milleti de Türk adının köklerinde yatan siyasal bağı, iki tarihi eşikle, iki devrimle bizlere anlatmaktadır.

Samet Ümit
TGB Ankara İl Yöneticisi

Kaynakça:
1) Doğu Perinçek, Og’dan Ogur’a, Kaynak Yayınları
2) Doğu Perinçek, Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek, Kaynak Yayınları
3) Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları, Bilge Kültür Sanat Yayınları
4) Jean Paul-Roux, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayınları
5) Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş

 

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler