Türk-Rus İlişkilerine FETÖ Parmağı

Türkiye’nin güçlü bir Rusya’ya, Rusya’nın güçlü bir Türkiye’ye ihtiyacı vardır çünkü emperyalizm, çatışan bir Türkiye ve Rusya istemektedir.

Türk-Rus İlişkilerine FETÖ Parmağı
Yunus Emre Özgün
Yunus Emre Özgün
YAZAR

“Senin zaferde rolün vardır çünkü Rus dostluğunu getirdin.”

(Savunma Bakanı Fevzi Çakmak’tan Dışişleri Bakanı Y. Kemal Tengirşek’e, 1921)

Coğrafya kaderdir der, büyük Doğu alimi İbn-i Haldun.

Türkler ve Ruslar, Avrasya’nın iki komşu ve akraba milleti olarak bu kaderi oldukça yakından paylaşmaktadır. Bu iki büyük imparatorluk ve devrim vârisi millet, Atatürk ve Lenin devrinde doruğa ulaşan bir müttefiklik ilişkisi kurmuştur. Öyle ki Gazi’nin önemle vurguladığı vasiyeti de Rus devletiyle arayı bozmamak ve ona karşı girişilen planlara taraf olmamaktır. Nitekim bu dâhice vasiyet, Türkiye’nin Küçük Amerika sürecini simgeleyen USS Missouri’nin Türkiye’ye demirlediği 1946’dan ABD’nin Ankara’daki adamı Davutoğlu’nun Rus uçağını düşürme emri verdiği 2015’e değin hükümetlerimizce çiğnenmiştir. O zaman şu süreci tekrar bir hatırlayalım.

TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNE SUİKAST

Birçoğumuzun unutamayacağı o 7 Haziran-24 Temmuz 2015 arasında ABD, FETÖ-PKK-DEAŞ gibi terör örgütleriyle Türkiye'de onlarca kişinin hayatını kaybettiği ve yüzlerce kişinin yaralandığı terör eylemleri gerçekleştirmişti. Bu tehdide rağmen Türk ordusu ve Türkiye hükümeti bölücü açılımı bitirerek, ABD'nin kara gücü PKK’ye karşı emsalsiz “Hendek Savaşları”nı ve tarihinin en büyük hava harekatlarından birini başlatmıştı. 1 yıl içinde abartısız binlerce terör örgütü mensubu etkisiz hale getirilmişti. Buna karşın HDP’nin eski Eşbaşkanı S. Demirtaş, yaratıcı yıkıcılık stratejisinin en bilindik psikolojik savaş argümanını, yani “vatan savaşı değil, saray savaşı” söylemini ilan ederek sürecin taraflarını ve kuvvetlerini de belirtmişti. Başta ana muhalefet ve yavru muhalefet olmak üzere Küçük Amerika sürecinin kuvvetleri ve unsurları bu tanımı hemen benimsemişlerdi.

Bunu takiben 15-16 Kasım 2015'te Antalya'daki G20 Zirvesinde CB Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin, Suriye'nin Kuzeyi'ndeki ABD-İsrail koridoruna TSK'nin yapacağı kapsamlı hava harekâtı için anlaştı. Fakat 25 Kasım 2015'te Davutoğlu'nun verdiği emirle Hava Kuvvetleri'ndeki FETÖ'cü klik, Rus uçağını düşürdü ve 2 Rus pilot hayatını kaybetti. Çünkü Amerika’nın ve doğal olarak Türkiye’deki Amerikancıların öncelikli hedefi Suriye’nin Kuzeyi’nde bir ABD-İsrail koridorunun açılmasıydı. Böylece Türkiye, uluslararası alanda en büyük potansiyel müttefiki olan komşusu Rusya’yla savaşın eşiğine getirildi. Suriye hava sahası, Türkiye’nin söz konusu operasyonuna kapatıldı. Türkiye bölgede hızla yalnızlaştırıldı. Türkiye, başta Rusya olmak üzere bölge ülkeleriyle olan ticaretin askıya alınması ve ilişkilerin hızla yıpranması sonucunda ciddi ekonomik kayıplara uğradığı gibi enerji ve sınır güvenliği açısından da büyük bir risk altına girdi. Çarpıcı bir gösterge olarak ticaret hacmi 1 yılda 32 milyar dolardan 23 milyar dolara geriledi. Tarımdan inşaata birçok iş kolu devasa kayıplar ve iflaslar yaşadı. Türkiye’ye gelen 4 milyonluk Rus turist sayısı yarıdan fazla azaldı ve turizm ağır bir darbe yedi.

Geçmişte ABD’nin Özal'a uzattığı “Musul-Kerkük” havucu dondurucudan çıkartılmıştı. Suriye'deki emperyalist müdahalenin ve iç savaşın meşru Esad hükümeti aleyhine sonuçlanması ve dört devletten bölünecek Kürdistan’la birlikte fiili olarak bir 2. İsrail’in kurulmasıyla Türkiye, sözümona Musul ve Kerkük’e, yani oradaki petrol gelirlerinin bir kısmına sahip olacaktı. Böylece “Emevi Camii’nde namaz kılma” nâraları atan dönemin başbakanı Davutoğlu bu “zaferin” mimarı olarak göğüs kabartacak ve ABD’den üstün hizmet nişanı alacaktı. Ama Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin milli çıkarları Atlantik’in vaatleriyle yaşayanları gerçeklerle silkeledi. Milyarlarca dolara varan ağır ekonomik kayıplar ve siyasi-diplomatik krizler sonrasında Türkiye’de hükümet kanallarıyla müşterek bir girişim içinde Vatan Partisi gibi öncü ve milli kuvvetler, stratejik aklın ve jeopolitik tavrın gereği olarak süreci NATO’cuların beklediğinin tam tersine döndürdü.

Türkiye, ciddi çabalar sonucunda Türk-Rus ilişkilerindeki FETÖ’cü sabotajı etkisiz kılıp ilişkileri normalleştirmeyi başardı. Bu yüzden ABD emperyalizmi, Türkiye’nin halihazırda girdiği bağımsızlık rotasını, yani terör örgütlerine karşı içeride ve dışarıda elde ettiği ezici başarıları ve Atlantik’ten kopuşunu cezalandırmak için FETÖ’cü Gladyo’suna yeni bir görev verdi. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’a 19 Aralık 2016’da Türk-Rus yakınlaşmasının sembolü olan bir resim sergisinde suikast düzenlenecekti. Rus büyükelçi Karlov’a FETÖ’cü bir polis memuru tarafından sıkılan kurşun aslında yalnızca Karlov’a değil bizzat Türk devletinin kararlılığına ve Avrasya’nın ortak çıkarlara sahip iki komşu devletineydi.

Ancak ABD ve Gladyosu FETÖ, suikast sonrasında bir kez daha hayal kırıklığına uğradı. Nitekim Rusya, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu iyi okuyor ve büyük devlet olmanın gereğini sergiliyorken, Türkiye ABD’ye ve aygıtı FETÖ’ye karşı daha net bir tavır alarak doğal müttefikine kararlılık mesajı veriyordu.

İDLİB’DE NATO'CU PROVOKASYON

Geçtiğimiz şubat ayında İdlib’de, ABD ve İsrail’in kurduğu tuzakla SMO(ÖSO) ve Suriye ordusu arasında yaşanan çatışmalarda 34 askerimiz şehit olmuş ve birçok rütbeli Rus ve Suriye askeri hayatını kaybetmişti. Elîm olayın ardından Atlantik’in sözcülerine gün doğmuştu. Barış Pınarı’nda Türkiye’yi kınayan ve harekat yapmamaya çağıran NATO’dan ve AB’li yetkililerden peş peşe Türkiye-Rusya ortaklığını hedef alan kışkırtıcı açıklamalar sıralanmıştı. Şimdilerde Biden’den büyük beklentisi olan Türkiye’deki Atlantikçi muhalefetin siyasi temsilcileri ve kalemşörleri de iştahla kolları sıvamış ve Türk-Rus ilişkilerini dinamitlemek, iki ülkeyi savaşa sokmak için yarışmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Davutoğluvari bir hareket bekleniyordu. Ama Amerikancı provokasyonlar boşa düştü ve Türkiye-Rusya stratejik aklın gereği olarak Astana’da ısrar ettiklerini bildirdi. İdlib’de Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde ortak güvenlik devriyeleri planlandı ve artan askeri-istihbari eşgüdüm faaliyetleri üzerine anlaşmaya varıldı. Benzer senaryo yakın zamanda Azerbaycan-Ermenistan savaşı üzerinden de tekrarlanmaya çalışılmıştı ama Azerbaycan-Türkiye-Rusya-İran ortaklığı bunu boşa çıkardı.

TÜRKAKIM PROJESİ HEDEFTE

Rusya’nın Anapa kentiden Trakya’ya ve oradan da Avrupa’ya uzanan 930 km’lik doğalgaz boru hattı projesi Türkiye’nin ve Güneydoğu Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamada stratejik önemdedir. Türkiye’nin Karadeniz’den en büyük komşusu olan Rusya aynı zamanda Türkiye’nin en büyük enerji tedarikçisidir. Nitekim Rusya aynı zamanda AB ülkelerinin de en büyük doğalgaz sağlayıcısıdır ve ABD, Rusya’nın bölge ülkeleriyle ve Avrupa ülkeleriyle olan bu ilişkisinden son derece rahatsızdır. Geçtiğimiz süreçte Almanya-Rusya arasındaki KuzeyAkım-2 doğalgaz boru hattı projesini Alman derin devleti eliyle sabote etmesi de bundan kaynaklıdır. Bununla doğrudan bağlantılı olarak Türkiye-Rusya arasında gerçekleştirilen TürkAkım, Türkiye’nin enerji güvenliğinin yanında, Karadeniz’in barış ve istikrar denizi niteliğini pekiştirmesinden dolayı ABD ve uyduları tarafından hedef alınmaktadır. Bu sabotaj faaliyetlerinin resmi bildirisi 2018’de ABD ve Ukrayna arasında yapılan stratejik ortaklık mutabakatıyla sunulmuştur. Çünkü Türk-Rus ticaret hacminin istikrarla büyümesi ve bölge ülkelerinin ABD-NATO denetiminden bağımsız anlaşmalarla milli ekonomilerini ve enerji güvenliklerini sağlaması, ABD emperyalizmi için bir kabustur. TürkAkımı da bu bağlamda durdurulması gereken bir projedir. Nitekim projenin içeriğine ve kapsamına bakan herkes Türkiye’nin milli menfaatlerine uygun olduğunu rahatça anlayabilmektedir. Projeye muhalefet edenler asılsız Atlantik argümanlarıyla Türk-Rus ilişkilerini bozmak ve yıpratmak amaçlı bir faaliyet yürütmektedir. Ama Batı’nın Rusya’yı devre dışı bırakarak hayata geçirmek istediği boru hattı projelerinin çoğu başarısız olmuştur. TürkAkımı da bunlardan biridir.

Hatırlayalım, nükleer enerjiye sahip olma yolunda Mersin’de inşası devam eden Akkuyu santrali de Türk-Rus işbirliğiyle yapılmaktadır.

KARADENİZ’DEKİ KARA KEDİ: UKRAYNA HÜKÜMETİ

Ukrayna, ABD’nin renkli devrimlerle uydulaştırmaya çalıştığı Doğu Avrupa devletlerinden biri olarak Rusya’yı çevreleme ve kuşatma planlarına hizmet eden askeri bir istikrarsızlık aygıtı gibidir. Türkiye’deki Amerikancılar, Rusya ile ilişkilerde Türk kamuoyunu Ukrayna tarafına çekmek için tarihsel ve vicdani bağımız olan “Kırım yarımadasının statüsü” tartışmalarını gündeme getirmektedir. Bu, yukarıda bahsettiğimiz Türk-Rus ortaklığını hedef alan yıkıcı stratejiyle bütünleşik bir meseledir. 2014’te Rusya, Kırım’da Ukrayna eliyle yürütülen emperyalizm destekli ayrılıkçı faaliyetlere askeri bir harekatla cevap vermiştir. Aynı yıl yapılan bir referandumla Kırım halkının %96,7’si Rusya’ya bağlanmayı seçmiştir. Rusya’nın Kırım’da siyasi egemenliğini tesis etmesi, Atlantik sistemin Karadeniz ve Avrasya’daki yayılmacı planlarını delip geçmiştir. Bu yüzden Rusya, ABD ve AB tarafından uygulanan ambargolarla karşı karşıya kalmıştır. Fakat başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri bile ABD’nin bu yaptırımlarına karşı isteksizdir çünkü AB, Doğu Akdeniz’deki İsrail-Yunanistan-GKRY merkezli East-Med doğalgaz boru hattı projesinin gerçekçi olmadığını bilmektedir.

Kırım, bu jeopolitik niteliğiyle -tıpkı Hatay gibi- deniz yetki alanlarını korumaya yönelik bir kama vazifesi görmektedir. Aynı zamanda enerji güvenliği ve siyasi egemenlik açısından stratejik etkisi Türkiye’nin KKTC’yle ilişkisindeki gibidir. Bunun ötesinde Kırım meselesi, Rusya’nın kendi sınır güvenliğini sağlaması açısından Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyi’ne yaptığı harekatlarla eş değer nitelikte bir meseledir. Bu yüzden de Batılı devletler ve medya tarafından “işgal altında” olduğu söylenmektedir. Bu durum 74 Kıbrıs, Fırat Kalkanı-Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtları’nda Türkiye’nin işgalci olarak nitelenmesine oldukça benzemektedir çünkü koşullar ve saflaşmalar aynı zemindedir.

Bu benzerliklerle vurgulanması gereken Rusya’yla ortak çıkarlarımızın ne boyutta ve hangi zeminde olduğunun bilince varmak olmalıdır. Örüntüye baktığımızda Atlantik merkezleri Ukrayna’yı yalnızca Rusya’ya karşı değil Türkiye’ye karşı da kullanmaktadır. 2018’de imzalanan ABD-Ukrayna Stratejik Ortaklık Mutabakatında Türkiye’nin ve Rusya’nın TürkAkım projesinin durdurulacağı yönünde iki hükümet de anlaşmıştır. Öte yandan Türkiye’nin Ukrayna’yla yaptığı savunma anlaşmalarında Rusya’nın güvenlik ve tehdit algısı hassasiyetle göz önünde bulundurulmalıdır. Öyle ki buradaki dengeleri gözetmemek, Suriye, Libya gibi coğrafyalardaki küçük uzlaşmazlıklar üzerinden Ukrayna’ya ileri teknoloji silahlar satmayı bir koz olarak kullanmak, Rusya’nın Yunanistan’la benzer bir ilişki kurabileceği ve Suriye’deki Türk çıkarlarının önünü tıkayabileceği ihtimalini de kabullenmek anlamına gelir. Aynı zamanda Türkiye, Rusya için milli güvenlik meselesi olan Kırım’ı sadece iyi komşuluk ilişkisi bakımından değil kendi güvenliği ve refahı bakımından Rusya’nın siyasi bir parçası olarak tanımalıdır.

Türkiye’nin Karadeniz’de ve boğazlardaki huzuru buradan geçmektedir. Bunun yanında Kırım’ı tanıması, Doğu Akdeniz’deki çıkarları açısından son derece stratejiktir. Mavi Vatan’daki kararlılıkla birlikte Türkiye’nin KKTC’yi önce Rusya’ya sonra diğer bölge ülkelerine tanıtma fırsatı ve imkanı doğmuştur.

ASTANA VE SOÇİ İRADESİ

Türkiye ve Rusya, 21. yüzyıla girerken yaptıkları hatalardan ve düşmanlarının bu hataları fırsat bilerek çatlaklara müdahale etmesinden ders alan, köklü devlet geleneğine sahip ve bağımsızlıklarına düşkün ülkelerdir. Jeopolitik gerçekler ve küreselleşmenin yarattığı tek kutuplu dünya düzeninin milli devletleri aşama aşama ve toptan denetimi altına alma programına karşı bağımsız kalmak, müreffeh ve onurlu yaşamak için işbirliği yapmanın zorunlu olduğunu en iyi bilen ülkelerden olan bu iki komşu aynı zamanda ortak bir tarihsel, coğrafi ve siyasi mirasın da sahiplerindendir. Bu ortak miras, yüzyıllardır Oryantalist kodlarla hareket eden emperyalist Batı’nın, Doğu uygarlığını kendi çıkarları bakımından hem en büyük fırsat hem de en büyük tehdit olarak görmesiyle de kimlik kazanmıştır. Meşhur deyiş olan “tarih tekerrürden ibarettir” burada kendini hatırlatmakta ve maddi gerçeklikler doğrultusunda bu iki büyük devleti uluslarıyla birlikte yan yana konumlandırmaktır.

Yukarıda sözü edilen tüm tertip, kumpas ve sabotajlara rağmen bugün somut biçimde kendini gösteren ve rasyonel düzlemde kendini pekiştiren ikili ve bölgesel ilişkiler yalızca işbirliği seviyesinde değil ortak düşmanlar ve ortak çıkarlar nezdinde şekillenmektedir. Türkiye, Avrasya’ya stratejik bir seçenek olarak değil, Batı karşısında koz olarak kullanabileceği, elini güçlendirecek, değerini artıracak, geçici bir taktik araç olarak baktığı sürece hedefine ulaşamayacağını 15 Temmuz’la birlikte çok net anlamıştır.

Türkiye’nin güçlü bir Rusya’ya, Rusya’nın da sorunlarını çözmüş güçlü bir Türkiye’ye ihtiyacı vardır çünkü emperyalizm, istikrarsız ve didişen bir Türkiye ile Rusya istemektedir. Öyle ki ABD derin devletinin ve İsrail, Fransa gibi emperyalist müttefiklerinin resmi ve gayrıresmi stratejik düşünce kuruluşlarının raporlarında ve resmi temsilcilerinin ifadelerinde Türkiye-Rusya-İran yakınlaşmalarından; Soçi, Astana gibi stratejik ve bölgesel mutabakatlardan korku düzeyinde bir endişeyle bahsedilmektedir. Çünkü ne ABD ve AB eski formunda ve gücündedir, ne de Türkiye ve bölge ülkeleri eskisi gibi zayıf, muhtaç ve bağımlıdır. Bölgede, Atlantik sisteme bağlı birer uydu devlet olmanın ve komşularla düşmanca ilişkilerin yerini bağımsızlıkçı ve dayanışmacı dış politikalar almaktadır. Vatan Partisi’nin Karadeniz-Akdeniz Dostluk ve Barış Planı bu bağlamda önemli bir çalışmadır.

Atatürk'ün veciz ifadesiyle artık mazlum milletler, zalimleri mahv ne nâbut etmektedir.

Yunus Emre Özgün
TGB Eskişehir İl Yöneticisi

KAYNAKÇA
1- https://turkstream.info/tr/project/
2- https://aydinlik.com.tr/haber/kuzey-akim-2-sallantida-trump-in-yapamadigini-navalny-yapti-217844

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler