Türkiye'nin Su Sorunu: Bardak Boşalıyor

Geleceğimizin en önemli sorununun ve eksikliğinin su olduğu bir gerçek. Bu sorun suyu kullandığımız için değil, kirlettiğimiz içindir.

Türkiye'nin Su Sorunu: Bardak Boşalıyor
Hayrettin Genç
Hayrettin Genç
YAZAR

Günümüz için ülkemizin en önemli problemi kimilerine göre yaşamakta olduğumuz ekonomik sorunlar, kimilerine göre yıllardır çözülemeyen terör ve güvenlik sorunları, kimilerine göre ise tek bir makamda toplanan yasama ve yürütme organları ve bunun getirmiş olduğu çok geniş yetkiler. Bunlar bir ülke için çok ciddi problemler ama bu yazımızda geleceğimizin en önemli sorunu olacak olan suyu ele alıyoruz.
Ülkemizin bir su sorununun var olduğunu vatandaşlarımızın birçoğu maalesef fark edememekte. Bu denli önemli bir sorunun halk tarafından fark edilememesinin en önemli sebebi ise 10 Kasım 1938 tarihinden itibaren günümüze kadar ülke yönetiminde söz sahibi olan insanların çok büyük bir bölümünün halkın eğitimine önem vermemesi, doğadan bihaber olmaları ve tek amaçlarının iktidarlarını sürdürmek istemeleri olduğu aşikardır. Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha minnetle anıyor ve Türk gençliğinin birinci vazifesi olan istiklal ve cumhuriyetimizi ilelebet muhafaza ve müdafaa için halkımızı bilinçlendirerek bir adım daha atıyoruz.

TÜRKİYE VE DÜNYANIN SU İSTATİSTİKLERİ

Yetişkin bir insanın temel ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli minimum su miktarı günlük 50 litredir. Türkiye’de yetişkin bir birey günde ortalama 120 ile 200 litre arası su tüketmektedir. Günlük su tüketimi ABD’de 500, İngiltere’de ise 200 litredir ve dünyadaki 7 milyar insanın 2 milyarı suya doğrudan ulaşamamaktadır. BM’nin 2050 yılı tahminleri 5,7 milyar insanın yani o gün olması beklenen nüfusun %60 ile %70‘inin tamamen susuz kalacağı yönündedir.2050 yılına varmadan ise 2025 yılına geldiğimizde Çin’in batısından Afrika’nın batısına kadar olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde su kıtlığı yaşanması beklenirken Güney Amerika, Orta Afrika ülkelerine ek olarak Çin, Avustralya ve Türkiye’de su kıtlığı belirgin şekilde kendini hissettirmesi öngörülüyor. Dünyadaki suyun yalnızca %2,5 ile %3’ü kullanılabilir su olan tatlı su iken ülkemizde ortalama bir günde kullanılan suyun %35’i duşta, %9’u tuvalette, %13’ü çamaşır yıkamada, %18’i banyo ve mutfak lavabolarında harcanmaktadır. Kalan %25 ise akıntı ve sızıntılardır. 2025 yılında su kıtlığı yaşamaya başlayacağımızın düşünülmesine ek olarak Türkiye’deki tatlı suların %79’unun kirlenmiş ve doğrudan kullanılamayacak halde olmasını biliyor olmak su sorunumuzun günümüz sorunlarından çok daha büyük ve önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Peki Türkiye’nin ne kadar suyu var? Türkiye’nin su potansiyeli 110 milyar metreküptür. Ülkemizde yaşayan 82 milyon birey başına 1500 metreküp su düşmektedir. Dünya ortalaması ise 2000 metreküptür. Ülkemize yıllık düşen yağış 643 milimetre olmakla birlikte dünya ortalaması 800 ile 1000 milimetredir. Hem su potansiyelinin nüfusa oranı hem de yıllık alınan yağış miktarının dünya ortalamasının altında yer almasıyla Türkiye uzun yıllardır su fakiri ülkeler arasında yer almaktadır. Bunun sebeplerinden biri de Köy Enstitüleri’ni kapatan, Marshall yardımını kabul edip ülkenin kendi kaynaklarının kullanılmasına izin vermeyip verimli bir şekilde üretim yapan araçları ve kullanılan kaynakları tahrip eden emperyalizmin kuklası olan zihniyetlerdir.

TÜRKİYE SUYUNU NASIL KULLANIYOR?

110 milyar metreküp su potansiyelimizin %79’unu sadece tarıma harcıyoruz. Su potansiyelinin bu kadar büyük bölümünü tarıma harcayan başka bir ülkenin var olmadığını düşünmeyin. 2025 yılında su kıtlığı yaşayacak olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri sularının %79’undan fazlasını tarıma harcıyor. Dünyanın en büyük tarım ihracatçısı, Türkiye tarım alanlarının yalnızca %4’ü tarım alanına sahip, yılın çok az bir zamanı güneş alan Konya büyüklüğündeki Hollanda, Türkiye’nin kuruyemişlerinin çok büyük bir bölümünü ithal ettiği ABD ve Kanada su kaynaklarının çok daha az bir oranını tarıma harcayarak ülkemizden çok daha verimli bir tarım politikası yürütüyor.
Suyumuzun çok büyük bir bölümünü tarıma harcarken ne elde ediyoruz? 1 elma için 70 litre, 1 portakal için 50 litre, 1 dilim ekmek için 40 litre ve 1 hamburger için 2400 litre su harcıyoruz. Tarımın yanında hayvancılığa da küçük bir değinecek olursak 1 kilogram et elde etmek için tam 15 bin litre su harcıyoruz.
Suyumuzun tabiki bir kısmını da içmek için kullanmaktayız. Bu da suyumuzun yaklaşık %16’sına denk gelmektedir. Fakat ülkemizin özellikle gelişmiş olan birçok şehrinde çeşme suları içilememekte. Sebebi su arıtma işleminin kalite, özveri ve maliyet gerektirmesinin yanında tatlı su kaynaklarımızın %79’unun kirlenmiş durumda olmasıdır. Bunun yanında çeşme suyunun içilememesi insanları plastik pet şişeler kullanmak zorunda bırakmaktadır. Bu düşük maliyetli polimer maddenin insan sağlığını tehdit ettiğini bilmekte fayda var. Özellikle de güneş ışığına maruz kaldığında şişe içinde çözünen kimyasallar kanser ve kısırlık yaymakta. Pet şişe kullanımının her geçen yıl artması ile tüp bebek sayısının her geçen yıl artması arasındaki orantıyı görmek bize bu durumu kanıtlar niteliktedir.

SULARIMIZ NEDEN KİRLENİYOR?

Geleceğimizin en önemli sorununun ve eksikliğinin su olduğu bir gerçek. Gelecek 10 yılda kendini hissettirecek olan bu meselenin sebebi ise suyu kullanmamız değil suyu kirletmemizdir. Ülkemiz akarsu ve göller gibi tatlı sular açısından çok zengin bir coğrafya olmasına karşın ne yazık ki bu kaynakları bilinçsizce katletmekteyiz. Bu durumun başlıca sebepleri arasında gıda ve sanayi sektörleri başrol oynamaktadır. Gıdaları kızartmak için kullandığımız sıvı yağı su giderlerine bırakmamamız gerektiğini şuradan anlıyoruz: 1 litre yanık yağ 800 bin litre suyu kullanılamaz hale getirmekte. Bu kirlenen su tekrar doğadaki su döngüsüne karışamadığı için kızarmış yağı suya karıştırarak bunun 800 bin katı suyu geleceğimizden alıp çöpe atıyoruz. Aynı etkiyi fabrikalarımız yapmaktadır. Fabrikalar üretim sonucu oluşan kimyasal atıkları akarsulara bırakmaktadır. Kimyasal atık oluşturan fabrikalarda arıtma tesisi bulunmak zorundadır. Fakat bu tesisi kurmamanın cezası büyük olsa da çalıştırmamanın cezası küçüktür. Tesisi çalıştırıp harcanacak maliyetin daha az bir miktarı, çalıştırmama cezası olarak ödeniyor ve geleceğimiz birkaç kuruş paraya çöpe atılıyor. Nehirlerimizin bu şekilde kirletilmesi sadece suya değil başta suda yaşayan canlılar olmak üzere birçok canlıya da zarar vererek ekolojiyi tehlikeye sokuyor. Bunun yanında göllerimizin ise neredeyse sadece adı kalmış durumda. Çevre ve ekolojiye zarar veren bir diğer rolü hidroelektrik santralleri oynamaktadır. Aslında bu santraller doğru planlanıp çalıştırıldıklarında oldukça yararlı enerji kaynakları olabilirler. Ne yazık ki diğer sektörlerde olduğu gibi bunda da ilk düşünülen çevre ve ekoloji olmak yerine maddiyat olmaktadır. Sularımız bu denli hızlı bir şekilde katledilirken ormanlarımızın da satışa çıkarılması da bir hayli ciddi sorun.

ULUSLARARASI SU İLİŞKİLERİ

Su sadece bizim ülkemizde değil dünyanın birçok ülkesinde ve uluslararası ilişkilerde de tarih boyunca sorun yaratmıştır. En başa ABD ve Meksika arasındaki Kolorado Nehri’ni yazabiliriz. 1800’lü yılların sonunda ABD yaklaşan kıtlığı görerek Kolorado Nehri boyunca kendi ülkesi içerisinde yeni akarsu yolları açarak Meksika’ya giden suyun debisini ciddi şekilde düşürmüş ve Meksika bir kıtlığa sürüklenmiştir.
Türkiye ise nehirlerinden faydalanmayı akıl ederek GAP projesini ortaya atmıştır. Sadece Fırat Nehri yılda 28 milyar metreküp su taşımakta olup debisinin %85 ile %87’si bizim sınırlarımız içerisindedir. Buna rağmen yılda 16 milyar metreküp su olan Fırat’ın 28 milyar metreküp potansiyelinin %60’ı topraklarımızdan akıp gidiyor. Bunu engellemek için Fırat Nehri üzerine yapılacak olan Atatürk ve Karakaya barajları için Avrupa Birliği, İngiltere ve Dünya Bankası gerekli olan 40 milyon dolar krediyi vermeyi reddetti.
Fırat ve Dicle nehirleri birden çok ülke sınırları içinde olduğundan bu nehirde o ülkelerin de hakkı vardır. Fakat bu nehirler için bir anlaşma yapılamamıştır. Türkiye bu nehirlerde oldukça dostça ve adil şekilde paylaşıyor olmasına rağmen kredi vermeyi reddeden Avrupa Birliği, bu nehirlerin yönetiminde söz sahibi olmak istemektedir. Bunun yanında tarihe bir göz atacak olursak İngiltere, Fransa, ABD, Almanya ve Rusya uzun yıllardır özellikle Güneydoğu bölgemize bir göz atmaktadırlar. Bunu geçmişte Sevr Anlaşması ile bu bölgeye yerleşen Fransa, İngiltere ve ABD’nin bu bölgede bulunmasıyla anlayabiliyoruz. Yıllardır bu bölgede bitmeyen terör, herbiri birbirinin kopyası olan emperyalizmin uşağı örgütler, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde ve Barzani’nin iki büyük nehrimizi içine alan bir devlet kurma çabası… Bunların hepsi geleceğin en büyük zenginliği olan su için mi yoksa zaten yeterince yeraltı fosil kaynaklarına sahip olan emperyalistlerin petrol isteği için mi?

Hayrettin GENÇ

TGB İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Temsilcisi

Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler