Üreten Türkiye'nin Temeli Tarımsal Üretim

Yerli/atalık tohumlar binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış genetik bir hazine.

Üreten Türkiye'nin Temeli Tarımsal Üretim
İshak Aykaç
İshak Aykaç
YAZAR

İnsanlık tarihinin en başlarında başlayan, uygarlıkların temelini oluşturan tarım ilk günkü gibi önemini koruyor. Tarım Orman Bakanı Pakdemirli’nin dediği gibi; savunma sanayii kadar önemli. Ham madde üretimi, kimyasal üretimi ve giydiğimiz kıyafete kadar her şey tarımın ürünüdür aslında. Temeli sağlam olmayan ev nasıl yıkılmaya elverişli ise tarımsal üretimin temellerini sağlamlaştırmazsak ekonomik zorlukları aşmak bir o kadar zorlaşır.

Geçmişte  birçok  doğmasına ve yıkılmasına sebep olan tarım, bugün de ülkeleri ekonomi devi yapıyor. Üreten ülkelere baktığımızda üretim atağına geçtikleri süreçler hep tarımsal üretimi arttırma çalışmalarıdır ardından da tarımda sanayileşme atağı geliyor. Cumhuriyet Devrimi de aslında tarımsal üretimi arttırma girişimlerinde bulunmuştu. Mithat Paşa ve İttihat-Terakki Cemiyeti’ nin bu yönlerde atılımları olsa da ne Mithat Paşa’ nın sadrazamlık süresi buna izin verdi ne de 1908 devriminden sonra karşımıza çıkan Balkan Savaşı ve 1. Cihan Harbi. Cumhuriyet Devrimini yapan o dönemin önder kadroları bu alanda atılımlarıyla önemli başarılar kazanmışlardı. O kadar hızlı gelişmeler vardı ki tarımda sanayileşme atağına girilmiş şeker fabrikaları kurulmuştu. Tarımsal araştırmaların yapılması için enstitüler kurulmuştu. Sovyet Rusya ile ilişkilerin bozulması ve Türkiye’nin NATO’ya girmesi üretim sürecini baltaladı. Tarımsal üretim ile sanayileşmenin ilerleme hızındaki dengesizlikten kaynaklı köy hayatı ve tarımsal üretim cazibesini yitirdi. Fabrika işçilerinin sabit gelir ve ülkeye doların girişinden kaynaklı köylüler şehirlere yerleşip fabrikalarda çalışmaya başladı. Tarıma olan ilgi azaldı. Süreç sadece bununla birlikte ilerlemedi; Türk Milletine yaşatılan liberal yaşam tarzı bunu en çok tetikleyen uygulamalardan biri oldu. Tüketim toplumu yaratmanın yanında kültürüne ve köy hayatına yabancılaşan toplum yaratılmaya çalışıldı. Çok ilginçtir en ünlü türkülerimizden biri olan “Zeytin Yağlı Yiyemem” türküsünde sağlıklı ve ülkemizde bolca yetişen zeytin yenmiyor, köylü kadınlarımızın giydiği fistan yeriliyor, zeytin ve zeytinyağı üreten milletin efendisi olan köylü cahil oluyor. Türkünün sözleri şöyle; “Zeytin yağlı yiyemem aman/ Basma da fistan giyemem aman/ senin gibi cahile/ Ben efendim diyemem aman.” Türkü, Marshall Planı’nın mısırözü yağı alma ön koşulunu yerine getiriyor. O dönem kurulan margarin fabrikaları ve zeytin ağaçlarının sökülmesi bu durumu destekliyor. Üretim atağına girmenin bir koşulu da üretim kültürünü yaratmaktan geçiyor.

Yukarıda verdiğimiz türkü örneği ile benzer durumlar sık sık karşımıza çıkıyor. Bu durum organik tarım adı altında tarımda ilaç kullanılmaması, tarımda kimyasal kullanılıyor adı altında gerçekleşiyor. Aslında bilimsel olarak doğada yetişen her şey organiktir. Topraktaki azot miktarı yetersiz ise üretici gübre kullanmak zorundadır. İnsanın hastalıklara karşı ilaç kullanması zorunlu ise tarımda da öyledir. Kansere yakalanan bir insana ilaç kullanma diyebilir misiniz? Organik tarım tezinin geri olduğu iki esas nokta vardır. Bunların birincisi domates gibi bitkiler buğdaya göre daha yenidir, insanlık doğadan daha fazlasını istemeseydi domates gibi ürünlere bugün ulaşamazdık. İleri olanı değil eski Mısır Uygarlığından kalma tarım kültürü ile üretimi esas alır. Bundan kaynaklı doğanın yarattığı zorluklar insanlığı ilerletmiştir. Aynı zamanda bu tez tarımı bilimsel olarak ele almayı, Ar-Ge birimleri kurmayı eleştirir çünkü Ar-Ge, bitkiler üzerinde verimi arttırmaya yönelik çalışmaları ile ilaç kullanır, toplumun sağlığını bozar(!) İkinci nokta ise üretimi arttırma noktasında geridir, toplumun besin ihtiyacını karşılamaz, doğaya ideal olanı dayatır; Yabancı otlara karşı mücadelede yetersiz kalır ve verimi düşürür. Toplumun ihtiyacının önüne geçer aynı zamanda ihracat için gerekli olan üretim fazlasını vermez. Bu durum sağlıksız besin tüketmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Tarımda elde ettiğimiz ürünlerin iç pazarda standartları olmalı ve ona göre satışa çıkmalı. Aynı zamanda ilaç ve gübre kullanımı için tarımda profesyonelleşme atağına girişilmeli; Çiftçimiz ziraat mühendisleri ile birlikte çalışmalı, Ar-Ge alanları bitkilerin daha sağlıklı tüketilmesi için çalışmalar yapmalı.

ÜRETİMİN YÜKÜ ÇİFTÇİMİZİN OMUZLARINDA

Ülkemizde haber bültenlerinde çiftçimizin feryadı sık sık karşımıza çıkmakta. Bu durum sadece çiftçiyi ilgilendirmiyor, savunma sanayii gibi Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele. Mazot, tohum, gübre, elektrik, su vb. gibi tarımsal ihtiyaçları karşılamakta çiftçimiz zorlanmakta. Hayatın pahalılığından kaynaklı çiftçimiz mahsulden elde ettiği kar, hayat pahalılığı ile başa çıkamamakta. Bundan kaynaklı olarak toprağını işlemekten vazgeçip başka işlerde çalışmak durumunda kalmakta. Tarım orman bakanlığının uyguladığı tarım destekleri olumlu fakat sistemli bir üretim atağına geçmek için yetersiz. Esas olarak çiftçinin üzerindeki yükü azaltmak ve tarımsal üretimi arttırmak için; ekonomik, siyasal, şehir düzeni ve kültürel olarak dört koldan politikalar geliştirilmeli ve sistemli bir şekilde toplumun önüne sunulmalı. Detaylandıracak olursak;

1) Küçük tarım arazileri kullanışlı hale getirmek için büyültülmeli, gerekirse arsa büyültülmesi için devlet çiftçiye destek olmalı.
Tarım arazilerinin miras yoluyla paylaşılmasından kaynaklı arsanın üretim yapılamayacak hale gelmesi/çiftçinin küçük arsalardaki üretimden zarar etmesinden kaynaklı tarımsal üretim oranı azalmakta ve çiftçi üretimden vazgeçmektedir. Bundan kaynaklı olarak tarımsal arazilerin örneğin 10 dekardan daha fazla bölünmemesi gerekmekte. Aynı zamanda küçük tarım işletmelerinin büyültülmesi için devlet desteği olmalı.

2) Çiftçinin sulama yapabilmesi için su kaynaklarındaki su arsalara ulaştırılmalı.
Tarım üreticisinin en fazla yakındığı durumlardan biri suyu kullanamamak. Bundan kaynaklı olarak çiftçinin su kaynaklarındaki suya ulaşması sağlanmalı.

3) Tarımsal üretim için gerekli kaynakların maliyeti azaltılmalı.
-Tarımsal işletmelerde kullanılan elektrik faturalarında yapılan indirimler yetersiz kalmakta. Bundan kaynaklı olarak uzun vadeli olarak yenilenebilir enerji kaynakları tercih edilmeli.
-Mazot fiyatı, üreticinin kanayan yarası haline geldi. Mazot fiyatlarındaki vergilendirmeler düşürülmeli.
-İlaç ve gübre maliyeti de çiftçinin omuzlarında ağır bir yük olmakta. Bu yüzden çiftçi yeterli derecede kaliteli gübre ve ilaç kullanamamakta. Bu durum da verimi düşürmektedir. Bu yüzden ilaç ve gübre üretiminde yerli sermayedara destek olunmalı özellikle ilaç sektörü yabancı firmaların tekelinden kurtarılmalı. Bu alanda Ar-Ge birimleri kurulmalı.

4) Verimi arttırmak için bilinçli üretici yaratılmalı.
Türkiye’ de çoğu tarım işletmeleri, üretim tarzını bilimsel değil kültürel olarak ele almaktadır. Babadan oğula geçen üretim tarzı çoğunlukla eski Mısır Uygarlıklarından bugünlere gelmiştir. Doğa o zamandan bugüne kadar büyük bir değişim geçirdi. Üretim fazlasını arttırmak için birçok araç yaratıldı. Bu araçlar kullanılmalı ve yenileri yaratılmalı. Tarım işletmeleri sıkı denetlenmeli ve üretim bilimsel olarak ele alınmalı. Bu alanda ziraat mühendisleri ile birlikte çalışılmalı. Tarım üreticisi, üretimi hobi amaçlı değil profesyonel olarak yapmalı.

5) Tarım arazileri şehirleşme kurbanı olmamalı.
Günümüzde birçok tarım arazisi şehirleşme adı altında beton olmakta. Köy yaşantısını geri olarak gören belediyecilik anlayışı köy yaşantısını yıkıp yerine binalar dikmekte. Bundan kaynaklı olarak tarım arazileri müteahhitlerin eline bırakılmaktadır. Köylü üretimden kopartılmakta ve ülkemizin teminatı olan tarım arazileri yok olmaktadır. Bu yüzden tarım arazisi olan yerler imara açılmamalı, köylü ile şehirlinin imkanları eşitlenmeli, köyler güzelleştirilerek köy hayatı özendirilmelidir.

6) Üretim kültürü yaratılmalı. Köylü tekrardan milletin efendisi olmalı.
Neoliberal sistemin tüketim toplumu yaratması, insanı üretimden uzaklaştırmasının üzerine köylü milletin efendisi olmaktan çıkmıştır. Toplumu üretime teşvik etmek için, köy hayatını özendirmek için sinema filmleri, diziler ve şarkılar ile üretim kültürü yaratılmalı.

ATADAN TORUNA TOHUM SEFERBERLİĞİ

Türkiye 2008 yılından bu yana tohumluk üretimini 3 katın çıkardı. Yerli/atalık tohumlar binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış örnekler olduğundan yaşamın sürdürülebilirliği için birer genetik hazine. Dolayısıyla gıdanın güvencesi olan biyolojik çeşitliliği destekliyor.

Laboratuvarlarda üretilmiş, numaralanmış, sadece dış görünüş olarak albenisi olan meyve, sebzelere dönüşen tek seferlik tohumların egemenliği, Anadolu çiftçisinin yüzyıllardır ambarında saklayıp ertesi yıl toprakla buluşturduğu atalık tohumları tehdit ediyor. Küçük çiftçiler piyasa şartlarının uygun olmaması nedeniyle bu çeşitleri terk ediyor. Bu da tohumların dönüşüm süreçlerini durduruyor.

Bulundukları yörenin çevre, iklim, toprak koşullarına uyum yetenekleri gelişmiş bu tohumların gelecek nesillere aktarılabilmesi için tohum çeşitliliğinin korunması, ekilerek çoğaltılması ve paylaşılması gerekiyor. Tarım Orman Bakanlığının “Atadan Toruna Tohum Seferberliği” kampanyası bu açıdan önemli. Kampanya çiftçiyi sürekli tohum almaktan, toplumu ise kısırlaştırılmış tohumlardan oluşan besinleri tüketmekten kurtarıyor.

Yerli tohum, elde edilen ürünün kalitesini arttırmakta ve dış pazarda talebi arttırmaktadır. Bundan kaynaklı çiftçimizin ürettiği ürünlerin satışı kolaylaşacak.

Sonuç olarak tarımsal kalkınmayı sağlamak için üreticiyi desteklemeli, yerli üretimi desteklemeli ve "organik tarım" gibi safsatalarla tarım üretimine zarar vermemeliyiz. Ürünler GDO'lu diyerek kurtlu meyve sebze yemek, organik tarımcılık olmuyor. Asıl sağlıklı ürünü, atalık tohumla elde ederiz. Bunun için de tarım üretiminim desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekmektedir. Bunu sağlarsak tarımdaki hurafeleri de ortadan kaldırmış oluruz.

İshak Aykaç

TGB Eskişehir İl Başkanı

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler