Yol ve Yolcusu

1876, 1908, 1920 ve 27 Mayıs... Bütün bu devrimlerin itici gücü program olmuştur. Bütün büyük kararların altında programlar vardır.

Yol ve Yolcusu
Ali Özgür
Ali Özgür
YAZAR

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 2’ye şöyle başlar: “Yollar vardır, meçhulün önümüze serdiği çizgilerdir. Bu yollarda yolcu, talihinin tezgahında kendi kaderini dokur.” Mustafa Kemal’in, Samsun’dan Erzurum’a, Sivas’tan Ankara’ya uzanan mücadelesinin sonunda söz artık Ankara’nın ve Türk milletinin olmuştur.

“İnsan, Kendini Yapma Kudretinin Bir Hammaddesidir”

Selanik’te açılan gözlerden, pembe boyalı evden, ikinci kattaki ocaklı odadan bahsetmeyeceğiz elbette. Bunlar somut gerçekler. Fakat aynı zamanda Mustafa Kemal’i heykelleştiren, hatıra haline getiren söylemlerdir. Mustafa Kemal hatıra değildir. Kendini gerçekleştirmiştir ve önümüze görev koymuştur. O görev Türkiye’nin programı ve stratejisidir. Mustafa Kemal, işte o programdır.

Şevket Süreyya Aydemir’in “şirin bir Karadeniz kasabası” tanımını yaptığı Samsun, yolculuğun başlangıç noktası oldu. Mustafa Kemal Samsun’da çok umut dolu günler geçirmedi. Şehirde işgal kuvvetleri yer alıyordu. Samsun çevreden, içeriden ve denizden tehlike altındaydı. Fakat Mustafa Kemal artık Anadolu topraklarındaydı. Ufkunda, aldığı kısıtlı görevler yoktu. Halk ile ilk temasını Havza’da gerçekleştirdi. Bu zamana kadar binlerce askere komutanlık yapmış, emir vermişti. Fakat şimdi, karşısında inandırması ve kazanması gereken bir halk vardı. Türk milletini kazanacak şey programdı. O program ise bu yolculuğun pusulasıydı. Havza, bu yolun önemli noktalarından birisiydi. İlk miting burada gerçekleşti.

12 Haziran’da Mesudiye Oteli’nin önündeki kalabalığa hitap eden Mustafa Kemal değil, kasabanın din bilginlerinden Sıtkı Hoca oldu. Mustafa Kemal mitingi pencereden izledi. O günkü koşullar altında sözün Sıtkı Hoca’da olması, evvela Sıtkı Hocaların kazanılması, bugünden baktığımızda, atılan adımların doğruluğunu tahlil etmemize yardımcı oluyor. Yol uzun... Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara… Anadolu topraklarında hava değişmişti. İşgallere karşı tepkiler başlamıştı.

Teşkilat Fikri, Halk Hareketiyle Bütünleşiyor

Erzurum Kongresi Beyannamesi’nin ikinci maddesi: “Kuva-yı Milliye’yi amil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.”

Kuva-yı Milliye’yi iki farklı şekilde ele almak gerekir. Birincisi; Teşkilat fikridir. Bu teşkilat, uzun ve meşakkatli yolun sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile ete kemiğe bürünecek. İkincisi; Halk hareketidir. Bu bölge bölge silahlanmalar, direnişler şeklinde gerçekleşti. 1919 Haziran’ı ile 1920 sonlarına kadar devam etti.

Bir Hakikat: Türkiye Büyük Millet Meclisi

Yolda birçok engel, birçok tümsek aşıldı. İstanbul’un işgali, Osmanlı saltanatının sonu anlamına geliyordu. İşgallerden insaf bekleyenlerin fikirleri artık değişiyordu. Sıra artık Ankara’daydı.

Mustafa Kemal’in Ankara’da masa başında olması çevresini şaşırtıyordu. Sık sık “cepheye git”, “orduyla uğraş” gibi söylemlere maruz kalıyordu. Mustafa Kemal’in bu söylemlere cevabı, programın sağlamlığını ve gücünü gösterir nitelikteydi:

“Önce Meclis, sonra ordu! Ben, kerameti Meclis’ten bekleyenlerdenim!”

23 Nisan 1920... Sarıklı, kalpaklı, fesli vekiller ve rütbeli askerler, Hacı Bayram Camii’nde kılınan cuma namazının ardından Meclis’in açılacağı binaya geldiler. Meclis’in kapısı dualar okunup, kurbanlar kesildikten sonra açıldı. Yeni meclisin ilk görevi, hükümet kurmaktı. Fakat yeni bir başlangıcın farkında olanların sayısı çok azdı. Meclis’in açılış genelgesinde, en başta yer alan madde bu durumu özetler nitelikteydi: “Meclis’in en mühim ve hayati vazifeleri, vatanın istiklali ile hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasıdır.” Bu gerçek dışı fikrin, ilerleyen süreçte hakikate yenik düşmesi kaçınılmaz olacaktı.

Meclis kurulmuştu. Ancak millet harpten bıkmış, harbe karşı yılgınlık duymaya başlamıştı. Bu sebeple halkta, yeni bir seferberliğe ve harbe karşı bir çekingenlik hakimdi. Bütün bunlara rağmen Meclis’in önündeki en önemli iş, muntazam bir ordunun kurulmasıydı. Geçmişteki felaketleri göz ardı etmeden, milleti buna ikna etmek gerekiyordu. Nitekim öyle de oldu. Meclis, sıfırdan denebilecek bir noktada milli ordu kurma girişiminde bulundu. İstiklal Savaşı, işte bu orduyla kazanılacaktı. Teşkilat fikri, Mustafa Kemal’in programını bir kez daha doğrular durumdaydı. Girişimler zamanla sonuç vermeye başladı. Büyük Millet Meclisi’nin, artık bir ordusu vardı. Bu sürece kadar yaşanan şartlar, isyanlar, gerilemeler ve yenilgilere rağmen, bu iş başarılmıştı. Mustafa Kemal’in, Meclisi “en büyük hakikat” olarak tanımlaması, bu başarıların arkasındaki itici gücü ve doğru programı işaret etmekteydi.

Türkiye’nin İki Yüzyıllık Programı: Atatürk

Birinci Meşrutiyet, Hürriyet Devrimi, Kemalist Devrim, 27 Mayıs Devrimi... Bütün bu devrimlerin itici gücü program olmuştur. Bütün büyük kararların altında programlar vardır. Bu programın iki yüzyıllık temsilcisi Atatürk’tür. Bugün bu program, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 30 binin üzerindeki FETÖ bağlantısı bulunanları temizlemiştir. 15 Temmuz Amerikancı darbe kalkışmasını da yenilgiye uğratmıştır.

Bütün devrimci programlar, tarihin bir köşesinde uygun zamanı beklemişlerdir. Bu bekleyiş, sıra beklemek anlamında değildir. Anlaşılmak içindir. Anlaşılana ve aşılana dek, daima tarih sahnesindedir. Bugünün tek programı, Atatürk’tür. Bu program bugün Türkiye Gemisi’nin dümeninde, rotayı belirlemektedir.

Ali Özgür
TGB Muğla İl Yöneticisi

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler