Zeynep Küçük: Anadolu Kadını Oyuna Gelmez!

Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde avukatlık yapan Zeynep Küçük ile, Türkiye’deki kadın sorunlarının hukuki boyutlarını konuştuk.

Zeynep Küçük: Anadolu Kadını Oyuna Gelmez!

Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde avukatlık yapan Zeynep Küçük ile, Türkiye’deki kadın sorunlarının hukuki boyutlarını konuştuk. Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve cinsel suçlarda verilen cezaların yeterliliğini, kadının iş hayatında ne kadar aktif çalışabildiğini, son dönemde karşımıza belirli kadın örgütleri tarafından sunulan “Las Tesis” eylemlerinin ve feminizmin geçerliliğini, Türk kadınının öncelikli sorunlarının ele alındığı bu röportajı sizlere sunuyoruz.

Öncelikle bazı davalardaki sonuçlara baktığımız zaman bu davaların çoğunlukla ağırlaştırılmış müebbet ile sonuçlandırıldığını görüyoruz. Örneğin, Plazadan aşağı atılarak öldürülen Şule Çet’in katili Çağatay Aksu'ya ve Kırıkkale’de, eski kocası tarafından 10 yaşındaki kızının gözü önünde bıçaklanarak öldürülen Emine Bulut’un katili Fedai Varan’a, ağırlaştırılmış müebbet cezaları verildi.

Zeynep Hanım, yukarıda örnek verdiğimiz davalara ve genel olarak diğer davalara da baktığımızda bu suçluların genellikle ağırlaştırılmış müebbet cezası aldığını görüyoruz. Fakat bu cezalara rağmen kadın haklarını savunan bazı sivil toplum kuruşları adaletin olmadığını iddia ediyor. Sizce bu kararlar hukuken yerinde midir ya da bu kararların eksiklikleri nelerdir? Kadınların canlarının tehlikede olmasından sonra alınan önlemler ne kadar yeterlidir? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

İlk olarak Türkiye’deki ceza hukuku sistemi içerisinde faillerin cezalandırılması ve gerekli cezaları alması konusunda herhangi bir sorun yok. Bunu öncelikle bir hukukçu olarak ortaya koymam lazım. Cezai yaptırımlarımız son derece yerinde, yeterli ve hatta, cinsel suçlara ilişkin adalet ilkesini sarsacak kadar ileri götürülmüş cezalar bulunmaktadır. Uygulamada zaman zaman karşımıza çıkabilen bazı hatalar var ancak bu her sistemde karşımıza çıkabilir. Örneğin; kadınların can güvenliği tehlikesi ile ilgili son çıkan 6284 sayılı şiddete karşı korunma ile ilişkili yasa, son derece yeterlidir. Dünya’daki örneklerine baktığımız zaman ileri bir yasa olduğunu da görebiliyoruz. Şekil olarak çok yerinde olmakla beraber Türkiye’de uygulaması açısından yetersiz olduğunu görüyoruz. Bugün şiddetten korunmak için devlete sığınan kadına yeterli korumayı sağlayacak bir takım sosyal tedbirlerin alınması konusunda eksiklikler vardır. Kadın şiddet mağduru olduğunda, şiddet mağduru olması konusunda bir risk ortaya çıktığında buna ilişkin ilk başvurduğu devlet mekanizması kolluk kuvvetlerdir. Onlara başvuru yaptığında ilk planda sorunun kaynağına inerek hızlı, etkin çözüm sağlama noktasında birtakım sıkıntılar yaşandığını kabul ediyorum. Bu tip sorunların olduğunu hepimiz biliyor, bunu toplumsal bir sorun olarak görüyoruz. Ama bu konuda devletin arz içinde olduğunu veya devletin kadının şiddet mağduru olmasına göz yumduğu yorumunu kasıtlı olarak yapmak bana göre bir devlet düşmanlığıdır çünkü kanunlarımız son derece yeterlidir.

Son geçtiğimiz dönemde görüyorum ki; bir takım kadın örgütleri, kadına karşı cinsel suçları, kendileri adına siyasi bir sonuç elde etmek için manipüle ediyor, toplumu da bu konuda yanlış bilgilendirerek hatalı yönlendiriyor ve toplumda bir infial hali yaratmaya çalışıyor. Evet, Türkiye’de kadın sorununun olduğunun, kadına karşı cinsel veya cinsel olmayan bir sorunumuzun olduğunun ben de farkındayım, bunu yadsımıyorum fakat bu kadın sivil toplum kuruluşları kendilerini adalet sisteminin yerine koyma cüretinde bulunuyorlar. Türkiye’de devlet, yargı adına bu adaleti tesis edecek tek mekanizmadır. Eğer kim adalet benim ya da adalet biziz diye ortaya çıkıyorsa, bu mafyadır. Bu kadın örgütleri kendilerini alternatif adalet sağlayıcı yerine koyuyorlar ve sanki bu kadın örgütleri olmazsa Türkiye’de adalet yokmuş gibi, toplumun adalete olan güvenini de sarsacak birtakım eylemlerle yola çıkıyorlar. Oysa hiçbir örgütün adaletin yerine geçme gibi veya adaleti sağlama gibi bir misyonu olamaz. Bir hukukçu olarak en büyük hatayı burada görüyorum. Toplumda, sanki bu kadın örgütleri olmasa Türk adaleti de suçlulara gerekli cezaları veremezmiş gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar ve bunu çok tehlikeli buluyorum. Evet, tabii ki kadın örgütleri kadın haklarını savunacak şekilde var olmalıdır. Hepimiz, kadınıyla erkeğiyle bir ayrım yapmaksızın, özellikle hukukçular, sivil olarak bu kadın örgütlerini desteklemeli, gerekli sorumluluğu da üzerimize almalıyız. Bunu yaparken adaletin yerine geçip, adli mekanizmaların yerine geçip, ben olmazsam adalet olmaz şeklinde ortaya atılmak, toplumda adalete olan güveni sarsacağı gibi, bu örgütlere de hiç hak etmedikleri bir misyon yüklemektedir. Bu kadın örgütleri, bu suçlar üzerinden, kadın ve erkeği düşmanlaştırarak ayrıştırma yaratıyorlar ve bence bu çok tehlikelidir. Bu tarz kadın örgütlerinin en önemli birincil görevi; yasal süreçte, şiddete uğrayan kadına yardımcı olacak şekilde yanında olmaktır. Kadın karakola gittiğinde, çoğu zaman ne yapacağını bilmiyor ya da doğru yönlendirilmiyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele eden tüm sivil toplum kuruluşları kadını doğru yönlendirmelidir. Gerek psikolojik gerek fiziksel rapor alınarak yargısal sürece destek sağlanması konusunda kadına yardımcı olmalıdır.

Sizce bu cezaların verilmesinde sosyal medyanın etkisi var mı? Sesini duyuramayan kadınlar hakkında verilen hükümler yetersiz kalır mı?

Sosyal medya çok büyük bir güce sahip. Bu gücü de doğru kullanıldığınızda çok etkili fakat orada bir sınır var. Eğer siz sosyal medya gücünüzü, devam eden davalarda ve soruşturmalarda, yargı üzerine tahakküm kurmak için kullanıyorsanız (ki Türkiye’de şuan böyle yapılıyor) bunun çok tehlikeli sonuçları olabilir. O zaman Türkiye bir hukuk devleti olmaktan çıkar ve böylece sosyal medyada gücü olan her kimse toplumu maniple ederek kendini yargının yerine koyar. Tabii bunu söylerken şunu da göz ardı etmemek lazım: Toplumsal bilincin yükseltilmesi açısından ve hassasiyetin canlı tutulması açısından bazı olaylarda sosyal medya çok önemli işlev görür. Fakat orada sınır iyi tespit edilmeli. Yargıyı yargıya bırakmadığımız sürece, “Türkiye’de yargı yok” diyemeyiz. Siz önce yargıyı yargıya bırakacaksınız, sosyal medyayla onun yetkisi gasp etmeyeceksiniz. Bu mecrada bazen ciddi gasp teşebbüsleri oluyor. Bunu bir hukukçu olarak çok sakıncalı buluyorum.

Kadın bu ülkede çalışamıyor meselesi ne kadar geçerlidir? Sağlık, sosyal ve güvenlik alanında öncelikli kadın sorunları nelerdir? Bu alanda hangi yasal düzenleme ve koruma tedbirleri bulunmaktadır?

Türkiye’de çalışma hayatına ilişkin resmi verilerine göre 2002’de Türkiye’de sigortalı çalışan kadın sayısı 1 milyon iken, 2019 verilerine göre 4.3 milyona çıkmış vaziyette. Şimdi bu resmi verileri aldığımızda, Türkiye’de kadının sosyal hayattan soyutlanarak evine kapandığı şeklinde bir yargının hatalı olduğunu görüyoruz. Tabi burada Türkiye’de zorlaşan ekonomik koşullar nedeniyle de kadın mecburen iş hayatının içerisine girmek zorunda kalıyor. Çünkü tek başına çalışan bir kişi artık ailesinin geçimini sağlayamıyor. Ailede çalışabilecek fertlerin belki de tamamı, iş hayatının içerisine giriyor ve doğal olarak kadın da iş hayatına katılıyor. Bizim Türk kadını olarak iş hayatındaki asıl sorunumuz erkeklerle eşit ücret alma mücadelesindedir. Türkiye’de asıl “eşit işe eşit ücret alamama” gibi ciddi bir problem vardır. Bugün toplumsal hayatın içinde, iş hayatının içinde, her yerde kadın ve erkek birlikte çalışıyor. Bakın fabrikalara, aynı bandın başında kadın da erkek de aynı işi yapabiliyor. Fakat Türkiye’de ücret konusunda veya sosyal haklarını elde etmesi konusunda kadının sorunları var. Tarlalara baktığımızda, kırsalda, aile işi içerisinde kadın da çalışmak zorundadır. Lakin kadının emekliliği yok, sosyal güvence altında değil. Bizim de bu sorunları gündemde tutmamız, mücadelemizi bu zeminde yükseltmemiz gerekiyor.

Sözlerinde devleti ve yargıyı tecavüzcü ilan eden Las Tesis eylemleri ülkemize taşınmış durumda. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Las Tesis; Türkiye’ye empoze edilirken içi boşaltılan feminizm adı altında, kadın ve erkeği ayrı saflarda düşmanlaştırma amacına hizmet etmek için Türkiye’nin gündemine oturtulmuştur. İçerik olarak; sözleri itibariyle devleti, yargıyı, kolluk güçlerimizi tecavüzcü, katil ilan eden; suni gündem yaratarak bizim algılarımızla oynamaya hizmet eden “sözde bir eylem”dir. Türkiye’nin gündemine kadın sorununu; şekilsel ve yüzeysel olarak ele alarak, devlete karşı bir tutum niteliğinde sokma amacı güdüyor. Bu eylemin Türk kadınının sorununa çözüm üretmesi söz konusu olamaz. Kadının sorunu; ancak ve ancak Diyarbakır annelerinin başında kimler buluşuyorsa, onlara kimler destek veriyorsa, bu gruplarla el ele verilerek çözülür. Maalesef meclis içerisindeki bazı kadın milletvekilleri de bu eyleme alet oldu. Beni asıl üzen de bir tane bile kadın milletvekilinin çıkıp “Türk kadınının esas sorunu bu değildir” diyememiş olmasıdır. Makyajlanmış, süslü gösterileri kadın meselesi ile özdeşleştirmişler. İçeriğinde ne var, ben kime hizmet ediyorum diye sorgulamıyorlar.

Erkek düşmanlığı üzerinden beslenen feminizmden Türk kadınını nasıl kurtarabiliriz?

Bu güruhu sadece metropollerde görüyoruz. Bu emperyalist zehirlenmeye maruz kalan kısım %10’u geçmez. Evet sesleri çok çıkıyor fakat hakikati yansıtmadığını düşünüyorum. Anadolu’nun kadını bilinçlidir, önderdir, cesurdur. Kendi sorunlarını da gayet doğru tanımlayabilir. Şehirde 3-5 tane sözde feminizm adı altında düşmanlık yaratan örgütün kendi sorununu temsil etmediğini de bilir. Anadolu kadını bu oyuna gelmez, hiç ümitsizliğe girmeyelim bu yüzden. Bize suni gündemlerle dayatılan, saçma sapan bir düşmanlık üzerinden körüklenen kadın-erkek ayrışmasının oyununa da gerçek Anadolu kadını gelmez. Ben kadınımıza bu konuda çok güveniyorum. Bizi bu şekilde ayrıştıramazlar. Biz bu mücadeleyi kadın ve erkek omuz omuza vermek zorundayız, vereceğiz.

Türkiye’deki kadın meselesinde bir avukat olarak çıkmasını istediğiniz, desteklediğiniz kanunlar ya da tasarılar var mıdır? Sizce kadına şiddet ile ilgili yasal düzenlemeler ne kadar yeterlidir?

Kadına şiddetle ilgili düzenlemeler mevzuat olarak yeterlidir bunu net olarak ortaya koyalım. Fakat kanunlarımızda erken yaşta evlilikle ilgili bir sorun var. Hepimiz görüyoruz, erken yaşta evlilik mağduru olanlara af getirilmesine ilişkin bir yasa tasarısı olduğundan bahsediliyor. Burada bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu konuda bir af olmasına karşıyım. O af da öngörüldüğü şeklinde çıkarsa iki taraf arası yaş farkının 15 olması söz konusudur. Örneğin, 14 yaşındaki bir genç kızımızın, kendisine tecavüz eden 29 yaşındaki bir adamla evlendirilmesi affedilecek. İşte burada devlet devreye girmeli. Erken yaşta evlilik şiddetin birinci sebebidir. Bir genç kızın bu şekilde evlendirilmesi hem cinsel hem psikolojik istismardır; her anlamda geleceğini elinden alınmasıdır. Devletin yapması gereken de bunu engellemektir.

Röportaj: Arzu Alpan-Pelin Gürel

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler