Halkçı Türkçenin öncü yazarı Ömer Seyfettin: Batı’ya karşı milli olanı yazdı

Ömer Seyfettin, yeni insanın savunucusudur. Bu yeni insanın kökü bu topraklarda olmalıdır.

Halkçı Türkçenin öncü yazarı Ömer Seyfettin: Batı’ya karşı milli olanı yazdı

Ömer Seyfettin halktan biridir. Dolayısıyla hem halkı hem de kendini anlatıyor. Onun insanlığa zarar veren eski değerleri eleştirerek yeni değerler aramaya, yaratmaya yönelik bir kişiliği vardır. O, “ilerilik ya da yenilik” adına yabancı bir kültür ve eğitimin yayılmasına karşıdır. O yıllarda çok sayıda olan yabancı okulların kapatılmasından, milli okulların açılmasından yanadır. Robert College’in ve Galatasaray’ın da kapatılmasını her gittiği yerde bu okullarda öğretmenlik yapan arkadaşlarının da yanında savunuyor. Görüşünü öylesine içten anlatır ki arkadaşları üzülür ama kırılmazlar.

Bir yabancı okuldan yetişmiş, alafranga eğitim görmüş, aile çevresinde de böyle yaşayan bir eşle kısa süren başarısız evliliğinden sonra, bu yöndeki düşünceleri iyice kesinleşiyor. Evliliğinin başlangıcındaki duygusunu, “Bir alafrangalık müptelası karşısında kaldığımı anlayınca titredim” diye anlatıyor. Değiştiririm diye düşünüyor ama tabii olmuyor.

“Muhitimizde milli Türk kadını yok! Alaturkalarla alafrangalar var. Alaturkalar, hayatta geri kalmış, hâlâ ümmet devrinin zihniyetiyle yaşayan zavallılar… Bunlar, model Türk kadını olamazlar. Medeniyete giren, Avrupalılaşanlarsa, önemli değil! Kimi Fransız, kimi İngiliz, kimi Alman terbiyesi almış kuklalar…”

Ömer Seyfettin, hem kadınlar hem de erkekler arasındaki alafrangalık düşkünlerini acımasızca eleştiriyor. Bu kişilerin hangi kanallardan etkilendiklerini, Batı kültürünün Türkiye’deki öncüleri gibi kabul edilen tatlısu Frenklerinin bizim aydınlarımız arasında ahlaksızlığı, kötü alışkanlıkları yaymakta nasıl bir rol oynadıklarını mizahi hikâyelerinde anlatıyor. O böylece insanlarımızın yozlaşmasına karşı çıkıyor aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nu her türlü olanakla parçalamaya çalışan Batılılarla mücadele ediyor.

YENİ İNSANIN SAVUNUCUSU
Ömer Seyfettin, yeni hayatın dolayısıyla yeni insanın savunucusudur. Bu yeni insanın kökü bu topraklarda olmalıdır. Bizim tarihi evrimimizden gelen bir kültürün ürünü olmalıdır. İnsanlığın ulaştığı evrensel kültürün ürünleriyle kafaca beslenmeli, bu kültürü eleştirerek benimsemeli ama yerli kalmayı da bilmelidir.

Ömer Seyfettin savaşın son yıllarında yazdığı öykülerde, özellikle yabancılaşmış aydınları hicvediyor. Onların içine düştükleri komik durumları anlatıyor. Bir roman olarak tasarladığı “Efruz Bey” bu türe örnektir. Batıya yönelen hayat ve eğitim düzeninin şekillendirdiği bir insan örneğidir, Efruz Bey. Toplumda var olan gerçeklerinin karikatürize edilerek anlatıldığı bu tip, onun beş ya da altı öyküsünde yer alıyor. Efruz Bey, mevki ve üne düşkün, hiçbir meziyeti olmayan, dengesiz yarı aydın, aşırı şarlatan bir tiptir. Bir gün içinde hürriyet öncüsü oluverir. “Yaşasın Hürriyet” diye naralar atar. Peşine kalabalıkları toplar. Batı’yı taklit seviyesinin ilerisinde anlayamayan, halktan, milli niteliklerden tümüyle kopmuş biridir. Daha komik bir anlatımla, şifahi bir yazar, şiirsiz ünlü bir şair, esersiz bir dâhi, bilimsiz ünlü bir bilgindir. Ömer Seyfettin, Efruz Bey’e “sen hepimiz değilsen bile hepimizden bir parçasın” der.   

Efruz Bey’in zıttı olumlu bir tip olarak Cabi Efendi’ye ilişkin öyküler de yazıyor. Mermer Tezgâh hikâyesinde Batılı eğitimin temeli olan bilimsel bilgiyi savunuyor. Onun karşı çıktığı körü körüne bir Batı taklitçiliğidir, öykünmesidir. Şekilci bir sözde modernliktir. Bu tip sözde aydınlar Tanzimat’la birlikte ortaya çıkmıştır. Cabi Efendi, akıllı, olgun halktan çıkmış ve ondan kopmamış yerli ve milli bir “arif adam”dır. Akıl ve mantık gözüyle okumayı üstün bulur. Ona göre, “gerçek bilgi kitaplardan kitaplara, sonra da hafızalara aktarılan şeyler değil, akıl gözü ile hayattan çıkarılan bilgilerdir.”

Reşat Nuri, onun Cabi Efendi’ye ilişki yazma serüvenini şöyle anlatıyor: “Merhumu yakından tanımış olanlar pekiyi bilirler, bazen bir şeyi diline dolar günlerce onu tekrar ederdi. O zaman da bir şey tutturmuştu: ‘İlim başka irfan başka… Arif başka, âlim başka’ diyordu.”   

YAZARLIĞI VE KİŞİLİĞİ
Ömer Seyfettin arkadaş dost canlısıdır. Dostluklarını ömür boyu sürdürüyor. Değerbilmez olmaktan özenle kaçınıyor. Açık sözlüdür ama kırıcı olmaz. Çalışkandır. Çok güçlü bir disiplin anlayışı vardır. Askeri okulun ilk yılında kendini döven bir büyük sınıf öğrencisine, “Bir gün de ben seni döveceğim cancağızım” der. Bu güzel “cancağızım” sözünü o, çok sık kullanıyor. Birkaç yıl süren olağanüstü bir vücut geliştirme, güçlendirme çalışmasıyla sözünü yerine getiriyor. O kişiye,“Sen benim için artık zayıfsın. Birkaç kişiyle gel” diyor. Bir tür düelloda, hepsini adeta haşat ediyor.  

Ömer Seyfettin, 1918 yılında bir ankete verdiği yanıtta, Namık Kemal’in kendisi için yol gösterici olduğunu belirtiyor. “Kemal Bey’i çok sevdim. Evrak-ı Perişan’dan sayfalar ezberledim. Bana hayatiyet veren, beni iyiye, doğruya, güzele samimiyetle alakadar eden Kemal’dir sanıyorum. (…) Fikret!... İşte bana mükemmellik iştiyakını veren! İdadiye mektebinde iken hep Rebab’ı okuyordum.

Halit Ziya, bizim ilk üstadımızdır. Ben bir gece hiç uyumamış, sabaha kadar Bir Ölünün Defteri’ni okumuştum… (…) “Her vakit söylerim. Yine de söylerim, eğer Fikret’le arkadaşları tabii lisanı kavrayabilseydiler, şüphesiz bizim ebedi klasiklerimiz olurlardı. Çünkü asri edebiyatın tekniğini olduğu gibi kabul etmişlerdi.”

Ömer Seyfettin, Fransız gerçekçi yazarlarından Emile Zola ve Guy de Maupassant’ı çok beğeniyor. Kendisi de Maupassant’ı okuduktan sonra onun gibi yalın bir yöntemle yazmak istediğinden arkadaşlarına söz ediyor. Maupassant’ın hikâyeleri “İnsana hakikati öğretir. İnsanı hakikati görmeye ve düşünmeye alıştırır” der. Hakkı Tarık Us’a yazdığı mektupta…

25 Nisan 1914’te Türk Yurdu tarafından çıkarılan Türk Sözü dergisine başyazar oluyor. Burada daha çok polemik yazıları yayınlanıyor. 3 Aralık 1917’de Yeni Mecmua’da çıkan “Fon Sadriştayn’ın Karısı” hikâyesi sarsıcı oluyor. Önemli bir eleştiri rüzgârı estiriyor. 1918’de yayın hayatına katılan Akşam gazetesinde de makaleler yazıyor. Vakit de onun eserlerinin yer aldığı bir gazetedir. Bu iki gazetede Anadolu’daki mücadeleye ilişkin haber ve yazılar yayınlanıyor.

Ömer Seyfettin, Nasrettin Hoca gibi bir fıkra yaratıcısıdır. Ona rahatlıkla hocanın torunu denebilir. İçinde bulunduğu dost çevresine neşe, coşku veren, ağzına baktıran bir anlatıcıdır. Yaşananları, kişileri, davranışları hiciv, mizah, öykü açısından değerlendiren bir ruha sahiptir. Yazmanın yanı sıra dostlarının belirttiği gibi sözel bir anlatıcılık yeteneği vardır. Ama büyük kalabalıklar önünde konuşmaktan kaçınıyor.

Ömer Seyfettin tiyatro için oyunlar da yazmış. “Mahçupluk İmtihanı” onun 1928-29 yıllarında sahnelenen bir eseridir. Aka Gündüz, onun tiyatroya ve oyun yazmaya meraklı olmakla birlikte, sahneye çıkmaktan çekindiğini, hiçbir zaman kalabalık karşısında konuşamadığını, buna karşılık dost meclislerindeki sohbetinin pek tatlı olduğunu, doğuştan fıkracı olduğundan temsili bir anlatışı olduğunu söylüyor. Ona göre “Mahçupluk İmtihanı”, ruhundaki bu kompleksin ifadesidir. Ömer Seyfettin’in yaşamla başetme yöntemidir bu. Kendi sorunlarını da öyküleştirir. Böylece acılarını, çaresizliklerini hafifletmeye çabalar.

Kendisi de küçük bir şeyden hareketle hikâye yazabildiğini söylüyor. Onun yazarlığının en verimli olduğu yıllar 1917 (22), 1918 (23), 1919 (39) yıllarıdır. 1919’da yenilgiye kalemiyle direndiği söylenebilir. Tabii aynı zamanda bir usta birikimine ulaşmış olmalı. Ölüm yılı olan 1920’de ancak 7 hikâye yazabiliyor. Ömer Seyfettin’in Tahir Alangu tarafından hazırlanan 10 ciltlik toplu eserindeki hikâye sayısı 135’tir. 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İkdam gazetesinde, 10 Mart 1920’de, Ömer Seyfettin’in ölümünden sonra kaleme aldığı bir yazıda onun yazarlığının yanı sıra kişiliğinden de söz ediyor:

“Kendisini bundan on üç, on dört sene evvel (1906/07) İzmir’de tanıdım. Ben bir mektep çocuğu idim, o genç bir zabitti; fakat askerlikten ziyade fikri ve bedii meselelerle meşguldü ve İzmir’in daracık irfan muhitinde epeyce şöhretli bir muharrirdi. Haftalık bir gazeteye hepimizi hayran eden küçük hikâyeler, mensureler, makaleler yazıyor ve her yazısında munis, hoş bir yenilik gösteriyordu. Üslubunda o zamana kadar hepimize meçhul tatlı bir sadelik (…) fikirlerinde hepimizi şaşırtan ve sersemleten bir orijinalite vardı. (…)

“Bu genç zabit, bilafasıla, bu bahisten o bahise atlar, ekseri meselelerde düşüncemiz birbirine uymadığı halde, neticede yine bizimle müttefik kalırdı. Ne kadar munis ne kadar hafif bir zekâsı vardı. En acayip nazariyeler bile onun ağzında tabiileşir ve bizim çoktan inandığımız, bildiğimiz kanaatler sırasına geçerdi.”

‘ANADOLU’DAN HABER GELDİ’
Mütareke günlerinde, İttihat ve Terakki ile ilişiği olan herkese her şeye saldırmanın moda olduğu bir dönem yaşanıyor. Ömer Seyfettin de bu düşmanlıktan nasibini alıyor. Anadolu’daki mücadeleye ve milli olan her gelişmeye saldırılıyor. İlk direnme hareketleri ise genellikle örgütlü olan İttihatçılardan geliyor. Tüm vatanseverler de Kuvayı Milliye, Karakol Cemiyeti gibi örgütlerle bu mücadeleye katılıyorlar.

Ömer Seyfettin şeker hastasıdır ama bu ancak ölümünden sonra teşhis edilebiliyor. İşte hem işgallerle süren koyu bir karanlığın hem de umut kıvılcımlarını yaşandığı o dönemde, 6 Mart 1920 günü Türk hikâyeciliğin öncü isimlerinden Ömer Seyfettin ölüyor. 39 derece ateşle yatarken arkadaşlarından yeni gazete istiyor. Komada, “Anadolu’dan haber geldi” diye sayıklıyor. Ne yazık ki 23 Nisan 1920’de açılacak olan Büyük Millet Meclisi’nin müjdeli haberini öğrenemeden göçüyor... Onu 36 yaşında en verimli en başarılı olabileceği bir dönemin dönemecinde kaybettik. Yaşasaydı dilinden hiç düşürmediği o büyük eserini mutlaka yaratabilirdi.

Ömer Seyfettin’i saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Ömer Seyfettin günümüzde de önemini koruyor. Hem yaşamı hem de öyküleri öğreticidir. Ayrıca zevkle okunuyor. Onun tezleri büyük ölçüde günümüz için de geçerlidir. Atatürk, emperyalist Batı’yla mücadele ederek bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Atatürk de ayakları Türkiye topraklarına basmayan anlayışları reddetti. Özellikle Atatürkçüyüm diyenler Ömer Seyfettin’i de okumalıdır.  

Yazar: FEYZİYE ÖZBERK | AYDINLIK GAZETESİ

Tarih:
Diğer Haberler