
Sivas Kongresi, 1919 4 Eylül Perşembe günü saat 14.00’te açıldı. Öğleden önce temsilciler arasında bulunan ve öteden beri şahsen tanıdığım Hüsrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber getirdi: “Rauf bey ve diğer bazı kimseler Bekir Sami Bey’in evinde özel bir toplantı yapmışlar ve beni başkan yapmamaya karar vermişler.” Arkadaşların, özellikle Rauf Bey’in böyle bir davranış içine girmesine asla ihtimal vermedim. Hüsrev Sami Bey’e itiraf edeyim ki, biraz ciddi olarak, böyle anlamsız sözleri bana getirmemesi uyarısında bulundum. Verdiği haberin aslı olmak imkân ve ihtimali bulunmadığını, arkadaşlar arasında, yanlış anlaşılmalara yol açabilecek sözler sarfedilmesinin doğru olmadığını da ekledim.
Efendiler, ben bu kongrede başkanlık meselesine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı bir zatın getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Bu maksatla, bazı arkadaşların da düşüncelerini yokladım. Bu arada, kongre salonuna girmeden önce koridorda Rauf Bey’e rastladım. “Kimi başkan yapalım?” dedim. Rauf Bey, âdeta heyecanlı bir sesle, zaten söylemeye hazırlanmış olduğu o anda halinden anlaşılan bir tavırla ve keskin bir dille: “Sen başkan olmamalısın” dedi. Derhal, Hüsrev Sami Bey’in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve doğrusu üzüldüm. Gerçi, Erzurum Kongresi’nde de benim başkanlığımı sakıncalı görenler vardı. Fakat onların nasıl kimseler olduklarını belirtmiştim. Bu defa en yakın arkadaşlarımın aynı zihniyeti açığa vurmaları beni düşündürdü. Rauf Bey’e: “Anladım, Bekir Sami Bey’in evinde aldığınız kararı bana bildiriyorsun” dedim ve cevabını beklemeden yanından uzaklaşarak kongre salonuna girdim.
Kongrenin açılmasından sonra ilk söz alan bir yüksek zatın, kongre tutanaklarına aynen geçmiş olan şu konuşmasını dinledik:
“Efendim, şimdi tabiî başkanlık meselesi söz konusu olacak. Bendeniz başkanlığın birer gün veyahut birer hafta devam etmek üzere sıra ile yapılmasını ve üyelerin veya temsil edilen il ve sancak adlarının baş harfleri esas alınarak alfabe sırasına uyulmasını teklif ediyorum.”
Efendiler, garip bir tesadüftür ki, bu teklif sahibinin temsil ettiği ilin adı elif (A) ile başladığı gibi, kendi adının ilk harfi de (A) ile başlıyordu. Ben davet sahibi sıfatıyla bir konuşma yaparak kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık makamında bulunuyordum.
“Buna neden gerek duyuluyor, efendim?” diye sordum.
Teklif sahibi: “Bu şekilde işin içine şahsiyet karışmamış olacağı gibi, eşitlik ilkesine uyulduğu için dışarıya karşı da olumlu bir etki yapmış olur” dedi.
Efendiler, ben vatanın, teklif sahibi ile birlikte bütün milletin ve hepimizin bir felâket çıkmazında bulunduğumuzu gözönüne getirerek, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım teşebbüsleri, sonsuz güçlük ve engellere rağmen, maddî, manevî bütün varlığımla bir sonuca ulaştırmaya çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım daha dün İstanbul’dan gelmiş ve doğal olarak işin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir zatın diliyle, bana şahsiyetten söz ediyorlar.
Bu teklifi oya koydum. Çoğunlukla reddettiler. Başkan seçimini gizli oyla yaptırdım. Üç olumsuz oya karşı, beni başkan seçtiler.
Sivas Kongresi’nin Uğraştığı İşler
Sivas Kongresi’nin gündemini, Erzurum Kongresi’nin tüzük ve bildiri metinleri ile, bizden önce Sivas’a gelmiş olan yirmibeş kadar üyenin hazırladığı bir uyarı metni oluşturacaktı.
İlk açılış günü olan 4 Eylül ile, beşinci, altıncı günler yani üç gün, İttihatçı olmadığımızı ispat için yemin etmek gerektiğinden, yemin formülü hazırlamakla, Padişah’a sunulacak bir yazı (arıza) yazmakla, kongrenin açılışı dolayısıyla gelen telgraflara cevap vermekle ve özellikle, kongre siyasetle uğraşacak mı uğraşmayacak mı konusunun tartışması ile geçti. İçinde bulunulan mücadele ve yapılan işler siyasetten başka bir şey değilken, bu son konuyu tartışmak, hayretle karşılanacak bir durum değil midir?
En sonunda, Kongre’nin dördüncü günü asıl hedefe geldik ve aynı günde, Erzurum Kongresi Tüzüğü‘nün metnini görüşerek hemen bir sonuca bağladık. Çünkü, Erzurum Kongresi’nin Tüzüğü‘nde yapılması gereken değişiklikleri zaten hazırlamış ve gereken kimseleri de
aydınlatmış bulunuyorduk.
Bununla birlikte, yapılan değişiklikler sonradan bazı itirazlara, anlaşmazlıklara birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, değiştirilen noktaların önemli olanlarına işaret edeceğim:
1- Derneğin adı “Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” idi. “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oldu.
2- “Hey’et-i Temsiliye, bütün Doğu Anadolu’yu temsil eder” yerine “Hey’et-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder” dendi. Mevcut üyelere altı kişi daha eklendi.
3- “Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine bağlı sayacağımızdan, topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” yerine “Her türlü işgal ve müdahalenin özellikle Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine yönelmiş faaliyetin reddi konularında topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” denildi.
Bu iki cümlede anlam bakımından elbette büyük fark vardır. Birincisinde İtilâf Devletlerine karşı düşmanca tavır alma ve direnmeden söz edilmiyor. İkincisinde bu husus açıklık kazanıyor.
4- Tüzüğün dördüncü maddesinde yer alan konu oldukça tartışmalı geçti. Madde şuydu:
“Osmanlı Hükûmeti’nin yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları (yani Doğu illerini) bırakmak ve ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa, alınacak idarî, siyasî, askerî tedbirlerin tayin ve tespiti” yani geçici bir idare kurma konusu.
Sivas Kongresi Tüzüğü‘nün bu maddesindeki “buraları” yerine “yurdumuzun herhangi bir parçasını bırakmak ve ilgilenmemek...” şeklinde daha geniş ve genel bir kayıt kondu.
DEVAMI YARIN [Amerikan Mandası İçin Propagandalar ]
tgb.gen.tr