GENEL BAşKAN
Yürüyüşün merkezinde ‘Devrim’ kavramı vardı. 1980’den sonra inşa edilen, Türkiye’ye bölünmeyi ve borca batıp boğulmayı dayatan Atlantik Sistemi’nin sonuna geldik. Türkiye’nin güvenliğini sağlamak, vatan bütünlüğünü korumak sistemin dışına çıkmaya bağlı.
KONSERE DEĞİL ANITKABİR’E KURU KURU DEĞİL PROGRAMLA!
Elbette kimsenin konsere gitmesiyle bir derdimiz yok. Anlatmak istediğimiz başka bir şey: Özellikle büyükşehir belediyeleri eliyle, millî bayramların biraz isim kazanmış herhangi bir ünlü isme milyonlarca lira bütçe harcanarak düzenlenen konserlere sıkıştırılmasına ve anlamının günden güne silinmesine tavrımız var.
29 Ekim’lerin, 19 Mayıs’ların, 30 Ağustos’ların sadece bir anma ve sosyal medyada ağdalı paylaşımlar yapma günü olmasını kabul etmiyoruz. Nasıl vaktinde millî bayramların yasaklanmasıyla kıran kırana mücadele ettiysek, bugünün içinin boşaltılmasını da izlemiyoruz.
Bunun için yürüyüşü ilan ettiğimiz ilk günden beri; konsere değil Anıtkabir’e gidelim, kuru kuru bir anmaya değil Cumhuriyet Devrimi’ni savunmanın bugünkü görevlerini kuşanarak yürüyelim dedik.
ATLANTİK SİSTEMİ BİTİYOR TÜRKİYE DEVRİME YÜRÜYOR
Yürüyüşün merkezinde “DEVRİM” kavramı vardı. Pankartımızda, sembolümüzde, arkadaşlarımızın el emeğiyle hazırladıkları dövizlerinde… Peki, neden devrim ve devrim denince bugün ne anlıyoruz?
Neden sorusunun cevabı aslında devrimin kadim tanımında: Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği, yönetenlerin de eskisi gibi yönetemediği yerde devrim olur. 1980’den sonra inşa edilen, Türkiye’ye bölünmeyi ve borca batıp boğulmayı dayatan Atlantik sisteminin sonuna geldik. Ne sistemin hâkim sınıfları eskisi gibi yönetebiliyor, ne de yönetilenler eskisi gibi yönetilmeye razı.
Sistem artık gençliğe hiçbir şey vaat edemiyor, karamsarlıktan ve bunalımdan başka bir şey üretemiyor. Sistemin sınırları içinde bir genci, her köşe başına açılan üniversitelerde biraz hayatı erteledikten sonra diplomalı işsiz veya hayallerini, yeteneklerini terk etmiş bir mutsuz olmaktan başka bir şey beklemiyor.
Türkiye’nin güvenliğini sağlamak, vatan bütünlüğünü korumak sistemin dışına çıkmaya bağlı. Türkiye’yi Yunanistan’ın Ege kıyılarında, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Suriye’nin kuzeyinde tehdit eden ABD silahlarına ABD merkezli sistemin içinden karşı koyabilir misiniz? Bunun imkânsızlığını her gün yeniden yaşıyoruz.
Artık mevcut yıldızları dökülmüş, çürüyen sistemin alternatifleri tartışılıyor: Türkiye-Rusya-Çin-İran İttifakı, Avrasya Çağı ve NATO’dan ayrılmak yüksek sesle konuşuluyor.
Sistemin yıkıntılarını güvenlikte, ekonomide, sosyal hayatta en ağır hissettiğimiz dönemdeyiz. Türkiye gibi bir ülke çaresiz ve seçeneksiz kalmayacağına göre, Atlantik sisteminin enkazının hemen ardından yeni bir düzenin ayak seslerini de en çok duyduğumuz dönemdeyiz.
ÖNÜMÜZDEKİ GÖREV: ATATÜRK DEVRİMİ’Nİ TAMAMLAMAK
İkinci soru: Devrim denince ne anlıyoruz? Bu soruya bulutların üstünde, soyut bir cevap vermiyoruz. Bizim kaybedilmiş, yarım bırakılmış bir devrimimiz var. Büyük Devrimci Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Millî Demokratik Devrim tarihimizin en büyük atılımı olan Kemalist Devrim, önce Küçük Amerikacılar, NATO’cular eliyle yolundan saptırıldı. Ardından 12 Eylül 1980 Darbesi’yle birlikte bir karşı devrimle karşılaştı.
Atatürk Devrimi’nin bugünkü güncel görevlerini anlamak ve uygulamak ancak emperyalizm ve işbirlikçilerinin bu devrimin başına ne çoraplar ördüğünü anlamaktan geçiyor.
1920’de İstanbul Hükûmeti’nin içinde çözümler aramaya devam eden ve imparatorluk sınırlarını manda ve himaye çözümleri altında korumaya çalışan çizgiyi terk ederek Anadolu’nun bağrında bir devrimci meclis ve hükûmet örgütlenmişti. Mustafa Kemal Paşa, o günün hâkim sisteminin dışına çıkarak Millî Mücadele’yi zafere ulaştıracak karargâhı inşa etti.
Bugün Atatürk Devrimi’ni tamamlamayı savunanlar, Atatürk’ün son kurultayında ilan ettiği “Arasız Devrimler” hedefini benimseyenler de bu hedefe ancak sistemin allayıp pullayıp önümüze getirdiği seçeneklerini elinin tersiyle itip, sistem değişikliği görevine odaklanarak ulaşabilir.
ÜRETİM DEVRİMİ YOLUNDA GENÇLİK, ÜRETİCİ, EMEKÇİ KOL KOLA
Önümüzde Üretim Devrimi var. Atlantik Sistemi’nin Türkiye’ye en büyük dayatması üretmemek, kaynaklarını sıcak paracılara ve faizcilere teslim etmek, üreticiyi ezmek, üretimin yerine dolar-borsa vurgunculuğunu, borçlanmayı ve faizciliği getirmek oldu.
Bu sistemin kenarlara ittiği, tepesine bindiği sınıfların kaderi aynı görevde birleşiyor: Gençlik geleceksiz ve işsiz bırakıldı, üreticiler ezildi, üretmek aşağılandı, emekçiler her gün elindekini kaybetti, işini ve ekmeğini koruma mücadelesinde.
Atatürk Devrimi’nin yarım kalmasının en önemli sebeplerinden biri emekçi sınıfların devrimin öncüsü, sahibi ve ilerleticisi haline gelerek Atatürk’ün “Arasız Devrimler” mirasını sürdürememesi olmuştu.
Bugün ise koşullar farklı; Türkiye’nin millî ve üretici sınıfları ve o sınıfların geleceği olan gençliğin öncülüğünde Türkiye devrimci dönüşümlere hazırlanıyor.
Bu önemli konuyu yürüyüş kortejimizin önünde “DEVRİM” kelimesinin harflerini taşıyan arkadaşlarımızla simgelemeye çalıştık: Her harfi işçi, köylü, asker, öğrenci, doktor ve avukat kıyafetli arkadaşlarımız taşıdılar, yani devrimin sahibi olan çalışanlar, üreticiler ve Mehmetçik…
SİSTEMİN BİZE BİÇTİĞİ ROLÜ KABUL ETMİYORUZ ANDIMIZ’IN GENÇLİĞİYİZ
Yürüyüşümüzün en önemli mesajlarından biri de gençliğe mafya-tarikat düzeninin biçtiği rolü kabul etmediğimizi ve Cumhuriyet’in gençlikten anladığı devrimin yeni insanı olmaya ant içtiğimizi ilan etmek oldu.
Sistem çürüdükçe her köşede pıtrak gibi mafyalar, çeteler boy veriyor; gelecekten umudu kesen, henüz 18 yaşın bile altındaki gençleri tetikçiliğe, cinayete teşvik ediyor, kullanıyorlar. Sistem parlattığı sözde sanatçılarıyla bu mafyatik hayata özendiriyor.
Sistemin en kirli unsurlarının, çetelerin tetikçisi değiliz, olmayacağız.
Bu sistem gençliği zehirliyor. Metropollerde, taşrada uyuşturucu kol geziyor. Uyuşturucu bağımlısı gençlik olmayacağız.
Karamsarlaştırılan gençlik kumara, sanal bahise, kolay yoldan para kazanmaya ve bunların sonucunda bunalıma hatta intihara sürükleniyor.
Bağımlı, karamsar gençlik olmayacağız.
Sistemin başarılı ve çalışkan gençlere biçtiği rol de yurtdışına kapağı atıp, Türkiye’yi unutmak. Yetiştiğimiz vatana, bizi yetiştiren millete hiçbir borcumuz olmadığı fikri günden güne yayılıyor.
Ülkemizi kalbimizde yaşatırken, ufkumuzda dünya olacak. Ülkemizin geleceği için sorumluluk alacağız.
Özetle; gençliğe çürümeyi, tetikçiliği, zehirlenmeyi, bireyciliği, bunalımı reva gören sisteme karşı Atatürk’ün fedaisi, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in kaleminden dökülen Andımız’daki gençliğiz.
Kış demeden, yağmur çamur demeden sabahları “Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun” diye ant içerken şaka yapmıyorduk.
ANKARA NEDEN DEVRİM YÜRÜYÜŞÜNDE BİRLEŞTİ?
Başkent Ankara’da bizim yürüyüşümüz dışında da birçok toplanma, açıklama, konser, yürüyüş vardı. Hiçbiri Devrim Yürüyüşü kadar kalabalık ve kitlesel olmadı. Neden Ankaralılar ellerinde TGB flamalarıyla ve “Türkiye Devrime Yürüyor” pankartıyla yürümeyi tercih etti?
Birkaç haftadır Ankara’nın her köşesini “Devrim Zamanı, Gençlik Zamanı” afişleriyle donatırken ve bildirilerimizle Ankara halkını yürüyüşe davet ederken de görmüştük: Bir kutlama ve anmanın ötesine geçerek göreve davet eden, harekete geçmeye çağıran ve sorumluluk yükleyen çağrı akıllarda kalıcı oldu.
Zaten uzun yıllardan beri TGB’yi iyi tanıyan ve TGB flamalarıyla geçmişte barikatlar yıkan, kumpaslar bozan Ankara halkı yine TGB bayrağıyla yürümeyi tercih etti ve başkentin kalbinde saatlerce “Ne ABD Ne AB Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla Anıtkabir’e aktı.
Tabiî yürüyüşün en önemli farkı da gençliğin yaratıcılığı, özgünlüğü ve enerjisiydi. Türkiye’nin 35 farklı ilinden arkadaşlarımız kendi hazırladıkları pankartları, dövizleri, sloganlarıyla alanı renklendirdi, coşturdu. Tarım ve Ziraat Kulübü’nden, Sağlık Bilimleri Topluluğu’na kadar birçok farklı mesleki alandan öğrenci topluluğu kendi sloganlarıyla kortejdeydi.
İttihatçılar, Jön Türkler, Kemalistler, Milliyetçiler, Sosyalistler… Hepsi TGB flaması altında, Üretim Devrimi yolunda birleşti.
Namık Kemal’ler, Mithat Paşa’lar, Talat ve Enver Paşa’lar, Mustafa Kemal’ler, Reşit Galip’ler, Mahmut Esat’lar, Mustafa Necati’ler, Tıbbiyeli Hikmet’ler, 68’liler, Deniz Gezmiş, Fırat Yılmaz Çakıroğlu, Ömer Halisdemir… Hepsinin mirası alandaydı ve gençlerin ellerindeydi.
35 farklı ilden on binlerce genç ve Ankara halkı Cumhuriyet’in 102.yılında Devrim Yürüyüşü’nü başlattı. Bu yürüyüşün menzili Atatürk’ün Tam Bağımsız, Üreten, Bütünleşen, Halkçı Türkiye’si olacak, adımız gibi biliyoruz.
ROTAMIZ AVRASYA PAROLAMIZ MAVİ VATAN PUSULAMIZ ATATÜRK
Büyük Devrimci Önderimiz Atatürk’ün 27 Mart 1933’te sabah gün ağarırken söylediği “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.” sözlerinin gerçekliğe dönüştüğü Avrasya çağına yürüyoruz.
Taşıdığımız pankartlardan birinde yazdığı gibi: Rotamız Avrasya, Parolamız Mavi Vatan, Pusulamız Atatürk.
Kortejin en önünde taşıdığımız sembolde olduğu gibi; emperyalist sistemin tüm zincirlerini parçalayarak Cumhuriyet Devrimi’nden Üretim Devrimi’ne yürüyoruz.