

TGB ANKARA İL SAYMANı
Ülkemizde uzun zamandır televizyon kanallarına ağırlığını koyan mafya ve suç dizileri hem izlenme rekorları kırıyor hem de eleştirilerin odağı oluyor. Yıllardır yayınlanan bu tür dizilerin oluşturduğu suçlu kültüründen, sosyal medya fenomenlerinden etkilenenler ise suça sürüklene çocuk olarak Türkiye’nin gündeminde yer buluyor, 18 yaşının altında çocuklar cinayetlere karışıyor.
2000’li yılların başından beri bu tür dizilerle oluşturulan kültür çocukların arkadaşlık ilişkilerine, giyimlerine ve hayat tarzlarına kadar girdi. Her gün dizilerde belli kavgalar üzerine insanlar yaralandı, kaçırıldı veya öldürüldü ancak toplumun önemli bir kısmı ise sorunu cezaların caydırıcılığında arama hatasına düşüyor.
Farklı bir bakış: Cennet’in Çocukları
Türk dizi kültüründe oturtulmuş bu yapının yanı sıra geçtiğimiz hafta yayın hayatına başlayan Cennet’in Çocukları dizisi ekibi ise suça sürüklenen bu çocuklara farklı bir gelecek yazmaya karar vermiş, bu yönüyle de bize bu yazıyı yazmanın ihtiyacını hissettirmiştir. Dizinin ilk bölümünde yetimhanede büyüyen iki küçük çocuk vakit geçirirken bir elma kasasıyla karşılaşırlar, canları elma yemek ister. İlk başta emin olamasalar da hem kendileri hem arkadaşları için o elmaları çalmaya karar verirler. Kasayı alan çocuklar polisler tarafından fark edilir ve kovalanmaya başlanır, birisi kaçmayı başarırken diğeri yakalanır ve ıslahevine gönderilir.
Islahevinden sonra da yıllarca suça karışmaya devam eden Büyük İskender’in yolu bir şekilde Ege’nin Araflıköy’üne düşer ve yıllarca hasretini çektiği aile kültürü ile orada tanışır. Ona sürekli elini uzatan aile ile Büyük İskender olmak arasında gidip gelirken her seferinde Araflıköy’üne geri döner.
Büyük İskender küçüklüğünden beri sahip olduğu erdemleri ve ahlakıyla geçmişinde sürüklendiği suç dünyasını ve atılan iftiraları rafa kaldırıp bambaşka bir hayata başlar.
Cennet’in Çocukları, yıllardır ekranlarda görmeye alıştığımız şiddet ve suçun özendirildiği yapımlardan ayrışıyor. Dizinin merkezine konulan Büyük İskender karakteri, aslında sistemin içine ittiği bir çocuğun nasıl yeniden topluma kazandırılabileceğini gösteriyor. Çalınan birkaç elmanın yarattığı zincirleme suç hikâyesi, toplumun çocuklara sunduğu imkânların yetersizliğini anlatırken; Araflıköy’ünde karşılaştığı aile kültürü ve dayanışma Büyük İskender’e başka bir yol olduğunu hatırlatıyor.
Bu yönüyle dizi, ekranda mafya figürlerinin karanlık cazibesini yüceltmek yerine, insanın değişebilirliğini ve toplumsal dayanışmanın dönüştürücü gücünü anlatıyor.
Asıl Suçlu Sistem
Televizyonlarda alışılagelmiş sözde “kahraman” suçlu karakterlerin özendirildiği, bozuk aile yapılarının ve çarpık ilişkilerin öne çıkarıldığı ve toplumu kutuplaştırmaya çalışan dizilerin en büyük reklamları aldığı sektör yıllardır bu yapısından vurgunlar yapıp milyonlar kazanırken Türk toplumu ise neoliberal sistemin sonuçlarıyla yaşamaya çalışıyor.
Üretimden kopuk ekonomiyle borçlandıran, yoksulluk ve açlık sınırında yaşamaya çalıştıran, niteliksiz eğitimle baş başa bırakan sistem gençleri medya eliyle de kültürel olarak yozlaştırıyor.
Bu yüzden bu soruna bireysel tercih veya ailenin suçu merkezli bakıldığında asıl katil görmezden gelinmiş oluyor. Tablo aslında neoliberal sistemin ürettiği enkazın kendisidir. Çünkü neoliberalizm, toplumsal sorunları sürekli bireylere yükler: İş bulamayanı tembel, suça karışanı ahlaksız, eğitimde başarısız olanı yetersiz ilan eder. Oysaki mesele, bireylerin değil, bireyleri içine alan sistemin krizidir.
Çocukları koruması, topluma kazandırması gereken sosyal devlet yıllar içinde geriye çekildikçe bu boşluk sistem tarafından hızlıca dolduruluyor. Gençlik gelecek olmaktan ziyade tüketici haline geliyor. Endüstri onlara üretmeyi değil kolay parayı, lüksü ve şiddeti özendiriyor.
Kültür Endüstrisinin Vurgunu
Mafya dizileri ve medyanın son yıllarda iyice öne çıkardığı dizi, film ve şarkılar yalnızca bir ekonomik vurgun amacının öznesi değil aynı zamanda neoliberal ideolojinin kültür taşıyıcılarıdır. Aile bağlarını şiddetle sunulması, kadın bedeninin cinsellik üzerinden bir tüketim öznesi haline gelmesi, suç dünyasının özendirilmesi…
Endüstrinin sunduğu bu yaşam tarzı, toplumun özellikle genç kuşaklarına dayatılan sahte bir gerçekliktir. Ekranlarda şiddet, ihtişam ve cinsellik normalleştirilirken; emek vermek, üretmek, paylaşım gibi toplumu bir arada tutan değerler görünmez kılınır. Böylece bireyler, neoliberal ideolojinin arzuladığı şekilde yalnızlaştırılmış, tüketici kimliğiyle tanımlanmış ve gerçek sorunlardan uzaklaştırılmış olur.
18 yaş altında suç oranının giderek artması bize sistemin her delikten topluma sirayet ettiğinin gözle görülür kanıtıdır. Eğitimde, ekonomide ve üretimde bırakılan her boşluk sistem tarafından doldurulmaktadır. Eğitimin niteliksizliği gençleri okumaktan uzaklaştırıp başka yollara sürüklüyor. Liselerin ara sokaklarına sızmaya çalışan uyuşturucu tuzağı binlerce genci ağına alıyor.
Bu tablo, yalnızca bireysel ahlak sorunlarının değil, neoliberal politikaların toplumu teslim aldığı bir düzenin sonucudur. Dizi ve filmlerle ile beslenen şiddet kültürünün medya aracılığıyla yayılması ve kamu kaynaklarının eğitimden çekilmesi, çocukları suçla baş başa bırakıyor. Dolayısıyla sorun, bireylerin yanlış seçimleri değil, gençliği geleceksizliğe mahkûm eden mevcut siyasi ve ekonomik düzendir.
Gerçek Mesele: Tekrar Kazanmak
Bu sorunun temelleriyle beraber mutlaka tartışılması gereken sorunun nasıl çözüleceği olmalıdır. Islahevine gönderilen her çocuğa hayatının en başında konan bir etiketle bütün hayatı bitirmek sorunu toplumsal anlamda bir yere taşımıyor. Sistem sorunu bireye yüklerken çözümü de sadece cezada arıyor ancak ıslah etmek topluma yeniden kazandıracak uygulamaları pratiğe dökerek olacaktır. Burada da yine en büyük sorumluluk devletin üzerinde kalıyor. Devlet sistem unsurlarının yerini ne kadar üretimle, istihdamla, eğitimle doldurursa bu sistem krizi çözülür, çocuklar topluma kazandırılmış olur.
Toplumun da sorumluluğu görmezden gelinemez. Çocukları dışlayan, suçlu damgası vuran, onları “tehlike” olarak gören yaklaşım sorunu derinleştirmekten başka işe yaramaz. Gençler yalnızlığa, umutsuzluğa ve suçun cazibesine terk edilmemelidir. Her bireyin, gençlerin toplumun geleceği olduğunu bildiği ve toplumu ilerletme sorumluluğunu hissedeceği ortak bilinç, neoliberal sistemin dayattığı yalnızlaştırıcı kültüre verilecek en güçlü cevap olacaktır.
Cennet’in Çocukları dizisi, medya sektörünün neoliberalizme teslim olmuş ürünlerinden farklı olarak; sağlıklı aile yapısını, sağlam dostlukları ve insan dönüşümünü konu alıyor.
Mevcut Dizi Sektöründe Aşılması Gereken Nokta
Bugün televizyon sektörünün büyük bölümünü işgal eden yapımlar şiddet, entrika ve mafya ilişkileri üzerine kurulu. Bu diziler bireylere, özellikle de gençlere “kazanan olmanın yolu şiddetten geçer” mesajını veriyor. Oysa Cennet’in Çocukları bize bambaşka bir ihtimali hatırlatıyor: dayanışma, aile, dostluk ve erdemler üzerine kurulu hikâyeler de toplumda karşılık bulabiliyor.
Dolayısıyla medya sektöründe aşılması gereken en büyük eşik; şiddeti, entrikayı, cinselliği reyting unsuru olmaktan çıkarmak ve insana insan olduğu için değer veren hikâyeler üretmektir. Ekranlarda toplumun geleceğini zehirleyen mafya dizilerinin yerine; üretimi, emeği, dostluğu, aileyi, insanın değişimini ve dönüşümünü işleyen yapımlar çoğaldığında, medya yalnızca bir eğlence aracı değil, aynı zamanda bir toplumsal iyileşme ve dönüşüm aracına da dönüşebilir.