

YAZAR
Tanzimat, büyük ümitlerle başlamıştı; Avrupalıların güvencesine bağlanan serbest ticaret ve reformlar sayesinde, Osmanlı hızla uygarlaşacaktı, tarım gelişecekti, fabrikalar kurulacaktı. Oysa bu ümitlerin bir sonuca varamayacağı, daha 10-15 yıl geçmeden gün yüzüne çıkmıştı. Tanzimatçıların Batı hayranlığı, toplumu uygarlığa götüreceğe benzemiyordu. Peki, uygarlığa nasıl ulaşılabilirdi? İşte bu soru, vatanseverlerin aklını kurcalamış, uzun tartışmalara sebebiyet vermişti. Bu tartışmalar onları çareler aramaya, buldukları çareleri pratiğe dökmeye itmişti.
1865 yılının Haziran ayında yine bu tartışmaları yapmak ve bir sonuca bağlamak adına buluşmuştu 6 vatansever arkadaş. Sağır Ahmet Beyzade Mehmet Bey, Menapirzade Nuri Bey, Kayazade Reşat Bey, Namık Kemal, Suphi Paşazade Ayetullah Efendi ve Refik Bey Belgrad Ormanları’nda toplanmışlardı. Ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin hoşnutsuzlukları, onlara örgütlü bir gücün ihtiyacını hissettirmiş ve harekete geçmelerini sağlamıştı. O gün Yeni Osmanlılar Cemiyeti, ilk adıyla “Meslek” olarak çıkmıştı tarih sahnesine. Örgütün başkanlığı için Sağır Ahmet Beyzade Mehmet Bey seçilmişti. Bundan sonraki iş ise cemiyete bir tüzük hazırlamak oldu. Tüzüğün yazılması için Suphi Paşazade Ayetullah Efendi gönüllü olmuştu. 1800’de İtalya’da kurulmuş olan Carbonari Teşkilatının tüzüğünden yararlanıldı. Sadece tüzükte değil, örgüt yapısında da Carbonari Teşkilatı, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne örnek teşkil etmişti.
Buna göre, üzüm salkımı biçiminde kurulacak olan yapının her bir hücresi 7 kişiden oluşacaktı. Bu hücrelerde her altı üyeyi örgütleyen yedinci üye “baş” olarak seçilecek ve görece daha üst düzeydeki gizli toplantılara katılacaktı (bahsi geçen gizli toplantılar sadece başlar katılım sağlayacaktı). Her üyeye ve içerisinde bulunduğu hücreye farklı birer numara verilmiş ve her üye, içerisinde bulunduğu hücrenin numarası ve kendi numarasıyla tanımlanmıştı. Üye sayısı kısa sürede 245’lere yükselmiş, üst düzeydeki paşalar, vezirler, din adamları, yüksek mevkideki memurlar da aralarına katılmıştı. (1)
Bu zamana kadar “hürriyet” sözcüğü sadece esir olmamayı çağrıştırırken, artık yavaş yavaş siyasi bir anlam kazanmaya başlamıştı. Cemiyetin kurucularının birçoğunun yayın hayatının içerisinde olması, Tercüme Odaları etrafında bir araya gelmeleri, hürriyet kavramının basın ve yayın açısından yerini de daha önemli bir hale getiriyordu.
1867 yılında büyük olaylar patlak vermeye başlamıştı. Mustafa Fazıl Paşa, Mısır’ı yöneten Kavalalı sülalesindendi. O zamanki vali ise, ağabeyi İsmail Paşa idi. İsmail Paşa’nın valiliği bittiğinde sıra kendisine gelecekti. Mustafa Fazıl, İstanbul’da devlette görevliyken, Fuat Paşa ile anlaşmazlığa düşmüştü. Sonuç olarak görevinden azledilerek Avrupa’ya sürülmüştü. Mustafa Fazıl Paşa’nın Avrupa’ya sürgünü, Yeni Osmanlıların Avrupa kapısını aralayacaktı. Bir süre sonra ise, Mısır valiliğinin veraset usulünün değiştirilmesi, Mustafa Fazıl Paşa’nın, Osmanlı Devleti’nin sorunlarını inceleyen uzun bir mektup yazıp yayınlamasına sebep olmuştu. 18 sayfalık mektup, “Padişahların saraylarına en zor giren şey doğruluktur.” ibaresiyle başlıyor, Genç Türkler’in varlığından bahsediyor ve mevcut sorunların çözümünün meşrutiyette olduğundan söz ediyordu. (2) Böylece basın özgürlüğü anlamındaki hürriyetin ötesinde, meşrutiyet talebini de içeren bir hürriyet kavramı ortaya çıkmış oluyordu.
Mektubu Osmanlı’da büyük yankı uyandırmıştı. Bunun üzerine hükümet, Namık Kemal, Ziya Bey (Paşa) ve Ali Suavi’yi İstanbul’dan uzaklaştırmıştı. Bu süreçte Yeni Osmanlılarca planlanan bir hükümet darbesi de boşa çıkarılmıştı. Fuat Paşa’yla yaşadıkları anlaşmazlıklar ve Abdülaziz’in bir fermanıyla haklarından mahrum kalması, Mustafa Fazıl Paşa’nın darbe planlamasında yer alanları Paris’e çağırmasına, onları himaye altına almasına, çeşitli desteklerde bulunmasına sebep olmuştu. Tabii bu durum, padişahla arası düzelene kadar devam edecekti.
Sakakini, Mustafa Fazıl Paşa tarafından İstanbul’a gönderilmiş, mektubunun Namık Kemal ve Ziya Bey’e (Paşa) iletilmesini istemişti. Bunun üzerine Sakakini, İstanbul’a gitmiş, Courrier d’Orient Basımevi'ne Namık Kemal ve Ziya Bey’i (Paşa) davet etmişti. Mustafa Fazıl Paşa’dan gelen mektup şöyleydi:
“Memleketimizin içine itildiği tehlikeler hepimizce bilinmektedir. Zaman ve olaylar bizlere çok kutsal bir görev yüklemiştir. Bu görev, daha büsbütün vakit geçmemişken, memleketimizi bu tehlikelerden kurtaracak birtakım barikatlar vücuda getirmeye çalışmak ve geleceğimiz için başarı sağlamaktır. Sizler, memleketimizin aydın fikirleriyle haklı bir isim yapmış iki değerli kalemisiniz. Yurtseverliğiniz, çalışkanlığınız, bilginiz sizi çekemeyen ve bundan dolayı —güya birer memurlukla— sizleri uzaklara sürmek isteyen vatan yıkıcıları tarafından bile ister istemez kabul edilmiş bulunmaktadır. Alanı son derece geniş olan özgürlük davasında vatanımızın saadeti ve kurtuluşu için hizmet etmenin tam zamanıdır. Sizleri —bu hizmeti birlikte yerine getirmek üzere— Paris'e davet ediyorum. Beslemekte olduğunuz yüce ve temiz duygular ve yurtseverlik duygularının gereği olarak, ummaktayım ki bu davetimi kabul buyurursunuz. Başka hiçbir art niyete dayalı bulunmadığından emin olduğum için, serbestçe şunu belirtmek isterim ki faydalı ve yararlı gördüğünüz daha başka değerli kalem sahiplerini ve hamiyetli insanları da burada rahatlıkla geçindirecek kadar param vardır ve bu para emrinize hazır beklemektedir.” (3)
MUSTAFA FAZIL
Sakakini, Mısır’da Mustafa Fazıl Paşa'nın kurduğu şeker fabrikasının yöneticisi idi. Ancak İsmail Paşa’nın bu fabrikaya el koyması üzerine, Paris’e Fazıl Paşa’nın yanına çekilmişti.
Ziya Bey (Paşa) ve Namık Kemal, Mustafa Fazıl Paşa’nın davetine olumlu yanıt verdi. Ali Suavi ve Agah Efendi’nin de birlikte götürülmesi, yani hürriyet davasının bu dört direğinin bir arada yola çıkması kararlaştırıldı. Ancak Ali Suavi’nin Kastamonu’da sürgünde bulunması ve Agah Bey’in kendisini beklemesi üzerine, bu dört arkadaş önce İtalya’da Mesine Limanı'nda buluşarak Paris’e geçmişlerdi. Ülkeden öncelikle Namık Kemal ve Ziya Bey (Paşa) ayrılmıştı. Onların ardından diğer örgüt kurucuları da Paris’e gitmek için yola koyulacaklardı.
Avrupa’ya kaçışların ardından haklarında gıyabında soruşturma açılarak; Cemiyet Başkanı Sağır Ahmet Beyzade Mehmet Bey ömür boyu hapse mahkûm edilirken, diğerleri 12’şer yıldan hapis ile cezalandırılmışlardı.
Peki, bu kadar gizli olan bir teşkilat nasıl deşifre olmuş, teşkilatı kim ihbar etmiş olabilirdi? Cemiyetin kurucu üyeleri başta, ihbar edilmelerine imkân vermemişti. Ancak Muharrem ayının başlarında, yine başlar arasında yapılan Çırpıcı Çayırı toplantısında Ayetullah Efendi’nin, özellikle Mehmet Bey’in Ali Paşa hakkındaki radikal konuşmalarından korkmuş olabileceği, bu sebeple ihbarcı olabileceği ihtimali de akıllarda yer etmişti. Nitekim öyle de olmuştu; Ayetullah Efendi, Mehmet Bey’in radikal konuşmalarından korkarak cemiyetin amaçlarını ve üyelerin belirli bir kısmını, babası Suphi Paşa aracılığı ile saraya ihbar etmişti.
Bu ihbarın üzerine art arda tutuklamalar başlamıştı. Cemiyet üyelerinden Tahsin Efendi, Süleymaniyeli Mehmet Efendi, Veliyüddin Efendi ve Cerrahpaşalı Salih Bey tutuklanmış, özellikle örgüt kurucularından Mehmet Bey, Reşat Bey ve Nuri Bey aranmaya başlamıştı. Bu koşullarda, acilen yurttan ayrılmaları gerekmişti.
MESLEK'TEN YENİ OSMANLILARA
Yeni Osmanlıların Avrupa’daki çalışmaları basın- yayın ağırlığında seyretmişti. Öncelikle Paris’te bulunan sekiz kişiyle Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni kurmuşlar ve gazeteler, dergiler yayımlamaya başlamışlardı. Bu süre zarfında Avrupa’nın özgür ortamının da katkısıyla, yayınlarla görüşlerini dile getirme ve geliştirme olanağı bulmuşlardı. 1865’te kurulan Meslek ve Yeni Osmanlılar Cemiyeti arasındaki en net bağ, yine Mehmet, Reşat ve Nuri Beylerin önderliğinin Yeni Osmanlılar Cemiyeti içerisinde yer alıyor olmalarıydı.
Bahsi geçen Mehmet, Nuri ve Reşat Beyler ayrıca ön plana çıkmaktalardı, bunun bir diğer sebebi, ülkelerini geride bırakarak gittikleri topraklarda yakalandıkları savaştan kaçmak yerine, ilk olarak Fransa-Prusya savaşında Fransa’nın, daha sonra Paris kuşatması sırasında da Paris halkının yanında yer almalarıydı. Bu sebeple “Paris Komününde Üç Yurtsever Türk” olarak da biliniyorlar. (4)
Cemiyet’in dağılmasında etkili olacak nedenlerden biri de Fazıl Paşa’nın Abdülaziz’e karşı ılımlı bir politika yürütmesi olmuştu. Avrupa’da kaldığı süreçte Fazıl Paşa, gitgide Babıali’ye yaklaşmış ve bu yakınlaşmaya bağlı olarak, Yeni Osmanlı yayınlarına karşı bir hoşnutsuzluk çizgisi içerisine girmişti. Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati sırasında, Abdülaziz ve Fuat Paşa ile ilişkileri bir bir düzeltme yoluna girmiş, bunun ardından, 20 Eylül'de İstanbul’a dönmüştü.
12 Şubat 1869’da ise Fuat Paşa ölmüştü. 7 Eylül 1871’de Âli Paşa ölünce, yerine Mehmet Bey’in amcası Mahmut Nedim Paşa sadrazam oldu. Çıkardığı genel af neticesinde, Cemiyet’in diğer üyeleri de farklı tarihlerde olmak üzere yurda döndüler. Sadece Ali Suavi, kendisine izin çıkmadığı için 1876’da, II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra dönecekti.
SONUÇ
Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin, Tanzimat karşısındaki çizgisini, Ziya Bey’in (Paşa) şu sözleri özetler niteliktedir:
“İşte bu hususlarda ve bunların emsali şeylerde Tanzimat-ı Hayriyenin vücude getirdiği menafi-i maddiye ve maneviye münker olmayıp lâkin bir de onun vesilesiyle meydana gelen fenalıklara ihale-i nazar-ı dikkat olundukta ettiği hayrın ürküttüğü kurbağaya değmeyeceği tebeyyün eder.” (5)
Yeni Osmanlı hareketi, Türk Milli Demokratik Devrim sürecinin ilk halkasını teşkil etmiş, çoğu burjuva devriminin yükseliş aşamasında kendini gösteren, küçük burjuva devrimciliğini müjdelemişti. Mutlak monarşiyi hedef tahtasına koymuş, meşrutiyeti ve temsili demokrasiyi savunuyorlardı. Çözümlerinin başında sarayın keyfi yönetimlerini önleyecek, yürütme kuvvetinin yetkilerini sınırlayacak, yasama yetkisine sahip ve imparatorluktaki tüm halkların temsil edileceği bir meclisin açılması, bir anayasa hazırlanması ve halkın hürriyetini genişletmek geliyordu. İkinci olarak ise, siyasi, ekonomik ve kültürel bağımsızlıktan yanaydılar, Avrupa’nın tahakkümünden çıkılmasını savunuyorlardı.
1876’da Meşrutiyet rejimine geçişte önemli payları vardı. 1870’te artık dağılmış olsalar da 1876’ya kadar sürecek olan anayasa mücadelesinin ilk ivmesini onlar vermişlerdi. Abdülaziz tahakkümüne karşı, V.Murat’ı desteklemişlerdi. Cemiyet üyelerinden Şehzade Murat ile yakından ilişki içerisinde olanlar da olmuştu. Dahası, ortaya koydukları örnekle kendilerinden sonra geleceklere (Jön Türklere ve İttihat Terakki Cemiyeti’ne) bir gelenek yaratmış, ortaya koydukları eserlerle de bu devrimci kuşağı düşünce ve duygu açısından beslemişlerdi. II. Abdülhamit Tanzimatçıların, Jön Türkler ise Yeni Osmanlıların varisleriydi demek yanlış olmaz.
Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin yarattığı örgütlü devrim mücadelesi geleneği; Jön Türklere, İttihat ve Terakki’ye, Kuvayı Milliye’ye ve 68 gençliğine ışık tutmuştur. Devraldıkları bu geleneği bir sonraki nesle aktararak mücadeleyi büyütmüşlerdir. Bugün ise bu geleneği Türk gençliği omuzlamıştır. Bizler, devraldığımız bu bayrağı daha da yükseltmeye devam edeceğiz.
Sueda Babacan
TGB Ankara İl Yöneticisi
Kaynakça:
1) SEROL, Teber, Paris Komününde Üç Yurtsever s. 32.
2) AKŞİN, Sina, Kısa Türkiye Tarihi
3) TEVFİK, Ebüzziya, Yeni Osmanlılar Tarihi I-II s. 63.
4) SEROL, Teber, Paris Komününde Üç Yurtsever
5) Bilim ve Ütopya Dergisi, Haziran 2005. s. 16, 32.