

YAZAR
Hasan Yalçın, her kitapseverin kaçınılmaz olarak kitapları mıncıkladığını yazmıştı Romanda Aydın Tipleri’nde. Mıncıklamak yani eline alıp bir kitabı, sağından solundan bir iki cümle bilemedin bir iki parağraf okumak… Bu eylemi -isteyen istediği gibi tanımlayabilir- hepimiz sıklıkla yaparız.
Hangi Kitapları Mıncıklarız?
Bu değerlendirme her kitap için geçerli değildir ama. Öyleyse şu soruyu sormakdurumundayız: Hangi kitapları mıncıklarız? Hasan Yalçın bu soruyu, okunmuş, unutulmuş kitaplar diye yanıtlıyor. Yerindedir ancak bu cevabı yeterli göremeyiz. Çünkü unutulmuş kitaplar kadar unutulmamış kitaplarla da böyle bir ilişkiye gireriz. Bir kitaptan aldığımız tadın hafızamızda kapladığı alan özellikle sıkılgan zamanlarda, bizi tekrar tekrar o kitaba yönlendirir. Bu tür kitapları unutulmuşlar kategorisine alamayız.
Kitaplarla kurduğumuz mıncıklama ilişkisi daha çok bir kitaptan aldığımız tadı tekrar yaşamak isteğinden ileri gelmiyor mu? Kendimi düşünüyorum, İrfan Yalçın’ın kitaplarını sıklıkla mıncıklarım örneğin. Sonra Nazım Hikmet’i, Edip Cansever’i, Zweig’i, Dede Korkut Kitabını, Evliya Çelebi’yi, Özdemir İnce’yi, Brecht’i, Doğu Perinçek’i, Gogol’u, Sait Faik’i, Tahsin Yücel’i, Demirtaş Ceyhun’u, Askeri Öner’i, Balzac’ı, İlhan Berk’i vs. Daha onlarcasını sayabilirim. Zihnimi tazeleyen, unutulmak istenmeyen kitaplarla kurulan mıncıklama ilişkisinin onlardan aldığım tadı doyumsuzlaştırmak isteğinden kaynaklandığını söyleyebilirim.
Kitapları Niçin Mıncıklarız?
Galiba, bir soruya daha cevap bulmalıyız. Peki, kitapları niçin mıncıklarız? Hasan Yalçın bu soruyu, sınırsız olan zamanın bir romana tekrar başlamak için yetersiz olduğunu vurgulayarak yanıtlıyor. Yerindedir. Her gün yüzlerce yeni kitap basılıyor. Hadi niteliksizleri bir kenara bıraktık diyelim, geriye gene de onlarca okunacak kitap kalıyor. Gündelik işlerin peşinde koşuştururken, zaman parmaklarımızın arasından kumsaldaki kum taneleri gibi akıp gidiyor. Okunacak onlarca kitap ve onlarca kitabı okumak için yetersiz kalan zaman… Bu zamanın yetersizliği içerisinde sözgelimi Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan kitabını tekrar okumak, zamanı daha da yetersiz kılacak.
İşte tam bu noktada mıncıklamak muazzam bir buluş olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü insanoğlunun yetersiz ömrü karşısında zamanın sınırsızlığı aşılmaz bir duvardır. Ancak zamanın sınırsızlığının karşısında tadına doyum olmayan kitaplarla girilen mıncıklamak ilişkisi o duvarı aşabilmenin keşfidir. Mıncıklamak keşiftir.
Kitaplarla Sevişmek
Kitapları mıncıklamak kitaplarla sevişmenin nedenidir. Aynı zamanda koşuludur da. Bu doğrultuda baktığımızda neden olgusundaki içsel-etkiyi keşfederiz; koşul olgusundaysa belirleyen-etkiyi keşfederiz.
“Dört nala sevişilen” kitaplar vardır. Her kitapseverin mutlaka seviştiği kitaplar olmuştur. Örneğin Özgür odasından fırlayıp, okuduğu kitabı hararetle anlatmaya başlayınca hemen anlarım, kitapla sevişmekten gelmiştir. Edip Cansever’in Çağırılmayan Yakup’ununkurbağaları izlemekten gelmesi gibidir.
Ben kitaplarla sevişmeyi, Don Kişot’un yel değermenleriyle dövüşmesine benzetirim. Ancak bu benzetmede “Kişotizmden” çok, realizm görürüm. Don Kişot modern çağın köşeye ittiği şövalye karikatürüydü. Fakat Kişot’un macerası geçmişte miydi, gelecekte mi? Bence Don Kişot kendisini geçmişte aradı, gelecekte buldu. Yel değirmeni metaforunun işaret ettiği sorun da tam olarak buydu.
Kitaplarla sevişmekte tam olarak budur, geçmişte arananın gelecekte bulunması.
Leyleklerin Getirdiği Kitaplar
Çocukken hepimizi leylekler getirmişti. Leyleğin getirdiği yer sınırsızdır. Dolayısıyla leyleğin getirdiği şey eşsizdir. Sınırsızlıktan gelen eşsizlik, eşsizliğe ulaşacak bir sınırsızlığın kapısını aralıyor. O kapıdan geçmek kitaplarla sevişmekten geçiyor.
Benim savım şudur: sevişilen kitapları leylekler getirmiştir. Başka türlüsü beklenemez. Çünkü kitaplarla sevişmek eylemi özgül bir eylemdir. Çorak topraklarda suyu bulmak gibi… Çorak topraklarda bulunan suyu ağız dolusu ve soluk soluğu içmenin tarifsizliği ve mutluluğu sevişecek kitaplara gömülmenin tarifsizliği ve mutluluğudur.
Bu mutluluğa erişmeyen insanın vay haline!