Çadır Kent Günlüğü -2 | HATAY’DAKİ DAYANIŞMA BİR TÜRKİYE MANZARASI

En önemlisi de AFAD'ıyla, Kızılay'ıyla, Türk ordusuyla sahada bir devlet ve seferber olmuş bir millet var.

Çadır Kent Günlüğü -2 | HATAY’DAKİ DAYANIŞMA BİR TÜRKİYE MANZARASI
Ahmet Saral
Ahmet Saral
YAZAR

Kumbarasını bozup içindekileri kardeşlerine gönderen çocukları, koyununun birini satıp imeceye katılan teyzeyi, felaketin altından yeniden ayağa kalkan Türk milletini görmek bizlere ilk günden beri umut veriyordu. Biz de Denizli'de bu sırada seferberliğin bir ucundan tuttuk ve çevremizden ihtiyaç malzemeleri topladık. Elinde avcunda ne varsa vermek için çırpınan gönüllülerimizin tek tek evlerinden eşyaları topladık, valiliğimizin merkezine ulaştırdık. Maddi imkanlarımız çok geniş olmasa da Nazım'ın dediği gibi, “cebimizde yoktu yüreğimizden verdik”.

Ardından beklediğimiz görev geldi; "Yarın Hatay'a gidiyorsunuz, AFAD yeni gönüllüleri çağırıyor." Zaten valizlerimiz ilk günden hazırdı. Hemen gönüllü arkadaşlarımıza haber verdik ve yola koyulduk.

Otobüsle İskenderun içerisine girdiğimizde, hepimizi derin bir endişeye ve hayrete düşüren bir tabloyla karşılaşmıştık. Yıkılan, tuz buz olan binalar; kimisi yan yatmış, kiminin çatısı yok… Felaketin boyutunu gözlerimizle görünce mücadelenin zorluğunu, psikolojisini düşünmeden edemedik. Hepimizde bir sessizlik vardı ama birbirimizin gözlerine bakınca buraya neden geldiğimizi bir kez daha hatırladık: Milletimiz bir afetle savaşıyordu, biz de o savaşa moral ve direnç olmaya gelmiştik. Görevimizi tekrar hatırladık.

AFAD Hatay İl Merkezine vardığımızda saat sabah 6’ydı. Herkes uyuyordu ama Mehmetçik ateş başında nöbetteydi. İçeride bir köşe bulduk. İlk günden beri orada canla başla çalışan bir AFAD gönüllüsü bizim yeni geldiğimizi görünce çay ikram etti. Biraz tanıştıktan sonra ona şu soruyu sordum; "Sosyal medyada birçok şey yazılıyor buraya dair, birçok haber de geliyor. Size bir faydası oldu mu?" Cevabı çarpıcıydı:
"Hiçbir faydasını görmedik. Çoğu ihbar yalan çıktı, çalışmamızı engelledi. Biz de bir yerden sonra telefonları değerlendirmedik. Zaten sahanın her tarafındayız. Elimizdeki bütün imkanları seferber etmişiz ama bir yalan ihbar bütün çalışmayı bozabiliyor."
Sonra Hatayspor tesislerinde kurulan çadırkente geçtik. Bu çadırlarda yangın ihtimali göz önünde bulundurulduğu için buradaki depremzedeler başka bir çadırkente taşınacakmış. İlk görevimiz de vatandaşlarla görüşüp sadece çamaşırlarını, kişisel hijyen malzemelerini yanlarına almalarını sağlayarak burayı tahliye etmek oldu. Hatayspor Stadyumu’nun kapıları aralandığında ise karşımıza milletimizin karakteri olmuş olan dayanışma, insancıllık çıktı. Askerler kampın dört bir yanında seferberdi, onların varlığı en büyük güven kaynağıydı. Kimisi çocuklarla top oynuyor, kimisi depremzedelerle ateş başında sohbet ediyor. Tabi kampın en gözdeleri çocuklar. Neredeyse bütün çocuklar asker ağabeylerinin yanında, yöresinde. Mehmetçik de bu durumdan hiç şikayetçi değil.

Bu sırada bir AFAD yetkilisiyle sohbet etme fırsatı buldum. Kendisi ilk günden beri çalışmaların içerisinde bulunmuş. Bazen enkaz çalışmalarını yönlendirmiş, arama kurtarmaya katılmış, bazen yemek dağıtmış. İlk günden beri uyku nedir bilmemiş. Ona o tartışma konusu olan iddiaları sordum: "Enkaz kaldırırken makam mevki kullananlar oldu mu?" Bana gülerek "Ya ben milletvekilini sıraya aldım, ne makam mevkisi" dedi. Sosyal medyada belli odaklarca tartışmaya açılan konuların burada tozunun bile olmadığını anladım, burada sadece el ele kol kola seferberlik vardı.
Stadyum içerisinde çalışırken güzel bir rastlantı yaşadım. Arkamdan birisi "Sen Somalı mısın?" diye bağırdı. Soma'dan koşup gelen madenci ekibiymiş. Şansıma hemşehrilerimle de karşılaştım ve kucaklaştım. İlk günden beri onlar da çok yoğun çalışmışlar. "Duyduk koşa koşa geldik" diyorlar. Zaten onların kahramanlıklarını her yerde duyuyorduk. Buranın en önemli özelliği buydu: Soma’dan gelen madenci, Kırşehir’den gelen itfaiyeci, Van’dan gelen gönüllü aslında bu çadırkentte bir Türkiye manzarası oluşturuyordu.

Buradaki işimiz bittikten sonra gün de bitiyordu. Bizi yine Hatayspor’un tesisleri olan bir kamp alanına getirdiler. Burası sadece askerler ve gönüllüler tarafından kullanılıyordu. Türkiye'nin dört bir yanından gelen gönüllülerle beraberdik, her akşam yeni insanlarla tanışıyoruz. Ateşin üzerinde çayı kaynatan,  kalabalığı etrafında topluyor. Bencilliğin zerresine rastlamıyoruz. Çayımız az belki ama buradaki her şey herkesin.

 

Ertesi gün yeni görev yerimiz Kızılay’ın deposuydu. Buraya yardımlar toplu şekilde geliyor. Aynı kullandığımız yemek uygulamaları gibi ihtiyaç olan siparişler geliyor ve buradan hazırlanıp yola çıkıyor. Bir yandan da sürekli tırlarla yardım malzemesi getiriliyor. Hemen bir görev dağılımı yaptık. Bazılarımız tırdan kolileri indirdi, bazılarımız sipariş hazırladı, bazılarımız gelen yardımları türüne göre sınıflandırdı. Birkaç günümüz böyle geçecekti. Belki normal hayatımızda bu şartlarda çalışmak, geceleri ceketle uyumak, istediğin zaman duş alamamak insanı çok rahatsız ederdi ama burada gündemimiz bile değildi. Tek bir arkadaşımdan şikayet duymadım. Hatta koşullar bizi daha fazla emek vermek, depremzede vatandaşlarımızın hayatlarını daha da kolaylaştırmak için ateşliyor.

 

3.günün sonunda yine ateşin başındayken bir anda büyük bir sarsıntıyla sarsıldık. Ayakta durmakta güçlük çekmiştik, çoğumuz yere düşmüştü zaten. Ailelerimize haber vermek için telefonlara sarıldık. 6.4 şiddetindeki bu sarsıntının etkisinden sonra bir de yaşanan asıl depremin şiddetini düşündüm. Tekrar felaketin boyutunun farkına varmak omuzlarımızdaki sorumluluğu arttırdı.

 

Ertesi gün görev aldığımız yeni çadır kentte kendisi de depremzede olan bir gönüllüyle sohbet ettik. Kendi ailesinin, yakınlarının cenazelerini enkazdan çıkarmış. Artık bu hepimizin acısı, paylaşarak azalacak diyerek geçmiş görev başına. Hem arama kurtarmaya hem gönüllü faaliyetine katılmış. Ardından sabah yaşadığı bir olayı anlattı. Bir amcamız; çocukları, torunları, gelini dahil 14 yakınını kaybetmiş. Bir tek torunu sağ kalmış. Bir torunu da enkaz altında, mücadele sürüyor. O torununun çıkartılması için yardım istemeye gelmiş. Sonra bir bakıyorlar ki amca kendi yaptığı derme çatma bir barakada kalıyor. Amcayı bulunduğumuz kampa getiriyorlar. Amca herkese teşekkür edip sarılıyor. Orada bulunan askerlerin gözleri dolarak "Amca dik dur lütfen, bu bizim görevimiz, vazifemiz" diyor. Amca ise "Ben hayatımda bir şişe su istemedim kimseden, bu zor durumumuzda yardıma koştunuz" diyor. Burada hepimize, özellikle de “yardımsever” pozuyla insanlarımızı incitecek şekilde medyatik yardımlar yapmaya kalkanlara bir mesaj var. Bizim insanımız gururludur, yardımımızı da desteğimizi de kimseyi incitmeden yapmak çok önemli.

Bunlar gibi daha ne olaylar ne hikayeler biriktiriyoruz burada. Taraftar grubundan, madencisine, cam fabrikası işçilerinden, öğretmenlerine ne isimsiz kahramanlar burada görevinin başında. En önemlisi de  AFAD'ıyla, Kızılay'ıyla, Türk ordusuyla sahada bir devlet ve seferber olmuş bir miller var.

 

Tarih:
Diğer Haberler