Ziya Gökalp Osmanlı Devleti’nin çöktüğü 1918 yılında şöyle yazmıştı: “Çöküş devrelerinde toplumsallaşma azalır, tersine karışımlar (ihtilat) çoğalır. Sistemli fikirler yerine kararsız ve renksiz düşünceler, kategorik bir ahlak yerine sözleşmelere bağlı bir ahlak gelip yerleşir. Kişilik bitmeye yüz tutarken bireycilik güçlenmeye başlar. Yani, toplum çözülerek kendi başına bireylerden oluşan bir sürü haline gelir. Bu devirde insanlar adeta cüceleşir; ümitsiz, coşkusuz, maneviyatsız bireyler haline dönüşür.”
Gökalp, toplumun yan yana yaşayan insan kalabalığı anlamına gelmediğini, ortak değerler ve idealler (mefkûreler) etrafında birleşmenin kalabalıkları toplumlaştırdığını söylüyordu. Çöküş dönemlerinde ortak değerler üzerinde uzlaşma kalmadığı için, toplum çözülür. Ortaya yan yana karışım halinde yaşayan fakat her biri kendi küçük dünyasının hesaplarına ve çıkmazlarına batmış, cüceleşmiş, kişiliksiz insanlardan oluşan bir kitle çıkar. Gökalp’in tespitleri bir altüst oluş döneminin toplumsal manzaralarına yakından şahit olmaktan geliyordu. Kendisi ise Türk milletinin er ya da geç milli bir devlet olarak yeniden örgütlenme yoluna girmesinin sosyolojik bir kanun olduğu inancı içinde, iyimserliğini bir an olsun kaybetmemişti.
Ziya Gökalp’i Cumhuriyet’in birinci yıl dönümüne günler kala 25 Ekim 1924’te kaybetmiştik. Bu satırları bir Cumhuriyet Bayramı sabahında yazarken aklımda birazdan Türkiye Gençlik Birliği’nin Ankara’da Birinci Meclis önünden başlatacağı yürüyüş var. Haftalardır yürüyüşü örgütleyen gençlerin medyaya yansıyan çalışmalarını hatırlıyorum. Yüzleri gözümün önünde. Ne kinle çatılmış kaşlar, nefret yüklü sözler ne de yılgın bakan gözler… Aksine, gülümseyen, kendine güvenen, Cumhuriyet’i yeniden inşa etmeye hazırlanan aydınlık yüzler dikkatimi çekiyor.
Yükselen güçler geleceği inşa edecek kudrete sahip olduklarının bilinci ve morali ile hareket ederler ve insanlara özgüven, cesaret, kararlılık, iyiliğe yönelme gibi erdemleri aşılarlar. Çöken sistemlerin bireysel düzlemde kişiliklere yansıması korku, kaygı, güvensizlik, karamsarlık, bireycilik, çıkarcılık ve kötülüğe meyletmedir. Atatürk, 10. Yıl Nutku’nda “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır” derken, toplumun önüne bir model koyuyordu. Devrimci Cumhuriyet’in zeki ve çalışkan olmaya özenen bir insan yaratması gerekiyordu. Hedeflerine ancak böyle insanlarla ulaşabilirdi. 12 Eylül darbesiyle başlayan karşı devrim ise üretmeden kazanan, vermeden alan, bireyci, çıkarcı yani son tahlilde kötücül bir insan kaynağını elinden gelen bütün imkânlarla yaratmaya çalıştı. Arkada kalan kırk yılda üretimden koparak borca batan, istihdam üretemeyen, Batı sisteminin bölge ülkelerine karşı koçbaşı rollerini içine sindirmiş hükümetlerce yönetilen bir ülkenin, toplumun önüne model olarak erdemli insanları koyma şansı kalmadı. Özellikle gençler rol modelleri olarak kibirli, bencil, uyumsuz, asosyal ve mutsuz mafyatik tiplere özendirildiler.
Bugün Türkiye’de Atlantikçiler ile milli güçler ya da pragmatizm ve ikbal hırsını siyaset yapmak zannedenler ile siyaseti bilimin emrine veren nitelikli insanlar arasındaki siyasal mücadele aynı zamanda kişilikler arasındaki mücadeledir. Çöken Atlantikçi borçlanma sisteminin üzerimize boca ettiği ahlaki değerler, sistem içi muhalifler tarafından da içselleştiriliyor. Majestelerinin muhalefeti işlevini yerine getiren bu çevrelerde daha iyi şeyler olsun istiyormuş gibi görünen, ama sisteme hiçbir köklü seçenek üretememekten doğan bir müzmin mızmızlanma hali var. Bu sözde muhalifler, gerçekte bir seçenek üretemedikleri için sistemin cüceleştirici, ümitsizleştirici ve maneviyatsızlaştırıcı ahlaki evreninin bir parçası durumundalar. Kendi ülkelerinden nefret etmelerine yol açan bu karamsar çaresizlikleriyle sistemin kendisini yeniden üretmesine hizmet ederek görevlerini yapıyorlar.
İyimserlik, cesaret, öz güven ve erdem gibi kişilik özelliklerinin maddi temelleri var. Yeniden ayağa kaldıracağınız, ekonomik rotasını üretime çevirip Asya ikliminde muasır medeniyet seviyesi hedefine doğru düştüğü yerden ayağa kaldıracağınız bir Cumhuriyet hedefiniz varsa, bardak aynı bardak olmayı sürdürür ama siz onun içindeki yarıya kadar dolu suyla yapabileceklerinizi hesaplarsınız.
Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.
Doç. Dr. Atakan Hatipoğlu