Aydınlığın Karanlığa Karşı Savaşında Edebiyat

Aydınlığın Karanlığa Karşı Savaşında Edebiyat

Aydınlığın Karanlığa Karşı Savaşında Edebiyat

İnsanın doğmasıyla çelişki, hatta çelişkiler de doğdu. İnsanın doğayla çelişkisi, toplumun içinde sınıfların çelişkisi ve hatta toplumun diğer toplumlarla çelişkisi…Bununla birliktedir insanın bu çelişkileri keşfi ve bu çelişkilere çözüm arayışı tarihin tekerleğini ileriye taşıması… Bununla birliktedir dilin ve dilde estetik arayışı. Elbette önce anlaşmak için lazımdı dil daha sonra daha iyi anlaşmak, daha güzel söylemek sevgiyi, özlemi, keşfi, düşünmeyi. Tarihin tekerleği ileriye giderken güzel söylemeyi aradı dil. Güzel söylemek lazımdı o tarih tekerleğinin nasıl ileriye gittiğini.O tekerleği taşıyanları güzel anlatmak lazımdı. Çünkü yeri geldiğinde zifiri karanlıkta ateşsiz ve uykusuz taşınmıştı o tekerlek karanlığın ardındaki güneşi bilerek.İşte edebiyat dedik bu arayışa. Karanlığın zulmünde dahi Börklüce gibi korkmadan, dimdik dosdoğru bakarak… Gerektiğinde Yunus Emre gibi kalemin keskinini kendimize batırıp “Her işim yanlış benim” diyerek. Ve Pir Sultan Abdal kadar kararlıca “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diyerek Ortaçağda. Şurası kesindir ki, edebiyat ortaya çıktığı günden bugüne devirden ve dünyadan ayrı gelişmedi. Dünyadaki çelişki ve çatışma edebiyatta da sürdü. Bir yanda hayale sevdalananlar, bir yanda aynı çağda çeşmenin dibinde gördüğü güzeli seven Karacaoğlan. Edebiyattaki bu çelişmeyi belirleyen etken ise kalemin neden var olup olmadığı meselesidir. Bir parantez:Biliriz ki, tarih diyalektiğe göre sınıfların çatışmasıdır. Ve biliriz ki tarih tekerleği ileriye taşımak isteyenlerle buna karşı çıkanların savaşıdır. Aydınlığın karanlığa savaşıdır bu. İşte burada edebiyat açısından mesele sadece güzel söyleme arayışından ve kaygısından çıkmakta ne söylenecek meselesine gelmektedir. Kalem niye vardır sorusu bu anlamda dünyadaki savaşımın edebiyattaki belirleyici sorusu. Börklüce gibi bakacak mıdır dosdoğru kalemi tutanlar, yoksa bir torba akçe için kasidelerinde övecek midir sultanları. Yoksa “Dağlar bizimdir” diyecek midir Dadaloğlu gibi. Tekerleğin ilerlemesi için yana yana aydınlatacak mıdır o dar yolları yoksa zifiri mi olacaktır karanlıkların yanında. İşte mesele budur. Edebiyat insandan besleniyor bu nesneldir ve kenarda durmalıdır. Edebiyatta devrin izleri muhakkak vardır. Bu da nesneldir ve kenarda durmalıdır. Gelgelelim ülkemizin tarihinde edebiyat bu çelişme ve savaşımlarla incelendiğinde şu dört dönemi saptamak gerekir ki bu da nesneldir. Bu dönemler:1-) Edebiyatın öznesinin halk olduğu, destanların söylendiği dönem.2-) Saray'ın edebiyatının ağır bastığı, toplumdan, hatta dünyadan uzakta Sadabad'da bir edebiyat.3-) Saray'ın edebiyatından halktan, milletten, vatandan yana başka deyişle Anadolu'da bir edebiyatın dönemi.4-) Postmodernist denilen, bireyci ve büyük oranda umutsuz büyükşehir edebiyatı. Bilindiği üzere bilhassa Türk Edebiyatı destanlarla, ağıtlarla başlıyor. O dönemki toplumun özlemlerini yakarışlarını ve geleceğe öğütlerini diyor bizlere.Ardından imparatorluğa geçiş süreciyle Saray edebiyatı yahut divan edebiyatı ağır basıyor. Toplumdan, devirden uzakta bugün bile anlaşılamayan imgelerle kurulu bir dünya da yaşıyor şair. Elbette halkla birlikte soluk alıp verenler yok değil. Elbette Yunus Emreler, Karacaoğlanlar, Pir Sultanlar yok değil. Ve elbette dimdik, dosdoğru bakıyor Börklüce. Dadaloğlu kavganın habercisi ve aydınlığı yakın ediyor onun arap atları. Ancak o dönemde imparatorluklar çağının gereği olarak biraz da sarayın edebiyatı gelişiyor çünkü ortam daha elverişli bir halde. Çünkü üretmek ve savaşmak gibi bir derdi yok saraylarda barınan şairin.Üçüncü dönem ise ülkemizin bir yandan çöken imparatorluk düzenine karşı koymaya başladığı, Abdülhamit gericiliğine karşı koymaya başladığı bir devirde gelişiyor. Artık çelişkilerin arttığı, saflaşmanın had safhaya geldiği dönemde Osmanlı'nın yıkılış sürecinde Namık Kemal eskiyle de olsa haykırıyor öncülük ettiği yeni dünyayı hürriyet kasidesinde:                 Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin                Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten Vatan yahut Silistre dediği için sürülmüştü Namık Kemal. Taif'te ölecekti Mithat. Ve Tevfik Fikret gerektiğinde hak bildiğin yolda yalnız gideceksin demişti öğrencisine. Ve aynı Fikret, Han-ı Yağma’da şöyle haykırmamış mıydı sultana ve avanesine:Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!  Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...  Ve Şinasi değil miydi yobazlığı kıyasıya eleştiren Şair Evlenmesi'nde. Ve Namık Kemal'in öncülük ettiği vatansever, aydınlanmacı ve hürriyetperver yolun devamında 20. yüzyılın başında Ömer Seyfettinler, Ziya Gökalpler dilin sadeleşmesi ve edebiyatın halka dayanmasını savundular Genç Kalemler Karamanoğlu Mehmet Bey'in özlemini dillendirdiler: Yeniden Türkçe konuşmak, Türkçe anlatmak.Ziya Gökalp şöyle söyledi Sanat şiirinde:                Aruz sizin olsun hece bizimdir,                Halkın söylediği Türkçe bizimdir;Leyi sizin, şeb sizin, gece bizimdir,Değildir bir mana üç ada muhtaç. Milletin evlatları vatan savunmasında şehit düşerken kayıtsız kalamazdı elbette o milletin yanında olan Mehmet Akif, Çanakkale'yi bilinçlerimize kazır.Aynı yıllarda ise bu kaygılardan uzakta ve halk şiirini bayağı görenler başını Ahmet Haşim'in çektiği Fecr-i Aticiler de vardı elbet. Yahut 2. Meşrutiyetten sonra dönen Rıza Tevfikler.Ancak Mehmet Akif milletin sesi oldu vatan savunmasında ve tarihte böyle yer edindi kendisinden öncekiler gibi. Kurtuluş Savaşı verilirken Afyon Ovası'nda Nazım da oradadır, Mustafa Kemal'in hemen yanında. Ve bıraksalar o da atlayacak ince uzun bacaklarıyla yaylanıp Afyon ovasına.Ve yine Nazım Hikmet Amerikan bombası, topuysa vatan ben vatan hainiyim diyerek işte o esas çelişmede safını belirliyordu. Onun kalemi de halk için vardı. Marks’ın kafası Lenin'in gözüyle yazıyordu şiirini öyle tarif etti başka şiirinde kendisini.Attila İlhan barut öksüren bir jakobendi, hafif iştirakiyun halde, o saflaşmada milletin yanındaydı. Ve vurulmuştu dağların kuytuluk bir boğazında bize Doğulu olmanın güzelliğini anlatan Ahmed Arif halkı uğruna. Orhan Kemal ekmek kavgasını anlattı bize, açlığı, işçileri. Ve Yaşar Kemal konargöçerleri ve hayın, zalim ağaları yazdı. Yazdı başkaldıran Çakırcalı Efe'yi. Aşık Veysel birlik destanını söylüyordu bizi yakan bizim ateşe su taşırken.Beri yandan Enver Gökçe haykırıyordu kan pahasına yepyeni bir dünyayı. Bir mermi de benden aslanım diyordu faşist Hitler'e ve gericiliğe karşı.Diğer yanda Cemal Süreya özgürlüğün geldiği gün ölmeyi yasaklıyordu 5. ayın 5. gününde saat 5’te Kızılay’da. Tam da Nazım Hikmet Menderes'in korkusunu yazmışken. Bir ortakçının oğlu Talip Apaydın yıkıyordu eski bir yapıyı ve uygarca yeniden yapıp içinde adam gibi yaşıyordu. Ve Sivas’ta yanmadan evvel Metin Altıok bir yarım umuttur elimizde kalan göğüslemek için karanlık yarınları diyordu yetinmiyordu ama örgütlenin partiye girin diyordu. Turan Dursun Kulleteyn'de gericiliğin, tarikatların Anadolu’da nasıl var olduğunu yazmıştı kendi çocukluğunu yazarken.Dördüncüsü, yani günümüz. Günümüze baktığımızda gericilik dünyada modernleşti, "özgürlük" kisvesine sığındı. Emperyalizmin çağında toplum düşmanlığının tohumları filizlendi... Yer altı edebiyatı adıyla edebiyat adeta bir esrar tekkesi haline getirildi. Bayat bir Niçe ve Bukovski "edebiyatı" yapan Emrah Serbesler, Hakan Gündaylar türedi. Bireycilik ve bencillik devrinde Türkçe bilmeyen Elif Şafaklar ve Orhan Pamuklar türedi. İnsanlığın tükenme noktasına geldiği apaçık ortadadır. Günümüzde edebiyat toplumdaki ve dünyadaki çelişmelerin dışında kendi halinde bir alan olarak gösterilmeye çalışılıyor. Edebiyatın fikri akımların aracı olmaması gerektiği düşünceler birçok "uzman" ağızdan çıkıyor. Bunları söyleyenler vatan ve aydınlanma savaşı varken kafiye, biçim, imge tartışması yapmamızı bekliyorlar. Oysa edebiyatın çıkış noktasından bugüne gelişine kadar gördük ki edebiyat bu ideolojik çarpışmaların bir cephesi. Ve en ateşli cephelerinden bir tanesi… Edebiyatın ideolojik bir alan olduğu tarihi süreçlerdeki eserlerden bellidir… Edebiyat aydınlanma, hürriyet, emek ve vatan savaşının emperyalistlere, gericilere karşı kullanılacak en önemli silahlardan bir tanesidir.Toplam olarak baktığımızda toplumun ve insanlığın ilerlemesinden yana olan şairler ve yazarlar halkın belleğinde ve yüreğinde yaşadılar. Halk ile aynı havayı soluyanlar, tarih tekerleğinin ilerleyişinde seferber olanlar ve seferber edenler, kavgada halkla omuz omuza en ön saflarda olanlar asıl güzelliği keşfettiler. Halk için fikir üretmenin, en güzel mısraları halk için yazma çabasından doğan bir güzellik bu. Yârin yanağından gayrı her şeyde ve her yerde hep beraber diyebilenler gerçekten yaşamışlardır ve insanlık yaşadıkça yaşayacaklardır. İnsanlık gibi dil de karanlığı, durağanlığı yenerek gelişecektir. Eninde sonunda kazanacak olan millettir, insanlıktır.  Gözen Esmer/DTCF Türk Dili Ve Edebiyatı 

Tarih:
Diğer Haberler