Milyon Liralık Muz

Küreselleşen muz içi boşaltılmış bir “evrensel” cumhuriyet şeklini aldı ve sanatçıya sefaleti yaşattı. Bugün bu sefaletin ihtişamlı batışını yaşıyoruz

Milyon Liralık Muz
Gözen Esmer
Gözen Esmer
YAZAR

Başlık hepimize bir filmi çağrıştırıyor: Milyon Dolarlık Bebek

Ya da bir özel haberin başlığı da olabilirdi “Milyon Liralık Muz”

Sunucu “Sayın seyirciler” der demez alt başlıkta (KJ) böyle bir tamlama görmemiz de mümkündü. Bir gün bu alt başlıklar da derlenmeli. Konuya gelecek olursak aslında bu iki varsayım bir yanılsamayı işaret etmek için. Çünkü yazımızın konusu ne bir film tanıtımı ne de bir özel haberin “şaşırtıcı” alt başlıkları. Bugün, belki hayatın bu denli hızlı akışından, belki bilgi çağının getirdiği bilgi kirliliğinden ya da dünyanın bulanıklığından yaşıyoruz bu yanılsamayı. Aslında yüzyıllarımızın meselesidir. Zihnimizin berraklığa kavuşma ihtiyacı belki her zaman kendini göstermiştir.

Ancak bu yanılsamaya düşmek de düşmemek de mümkün. Duyularımızı biçime kavuşturan bilincin berraklığına ve devinimine bağlı bu durum. Çünkü duygularımız, düşüncelerimiz anlamla ve imgelemle yani hayal gücüyle oluşuyor. Elbette insan bilincinin yarattıkları da bu iki düzlem sayesinde meydana geliyor. Hatta insanı insan yapan şeylerin en başında gelir imgelem ve anlamlandırma. Belki o yüzden her şey insan içindir, insan her şeyin öznesi olduğu için yani.

Bir klişe soruyla başlamak gerekli diye düşünüyorum. Soru şu olmalı: Zevkler ve renkler tartışılır mı?

Birkaç gündür daha sık rast geldiğim sorulardan ve tartışma konularından biriydi zevkler ve renkler. Şüphesiz günlük yaşantımızda sık kullanıyoruz bu cümleyi. Sanki dokunulmazlığı var bu iki sözcüğün veya bu iki sözcük as ölçülemez değerleri karşılıyor dilimizde. Giydiğimiz bir kıyafet eleştirilirken de damak zevkimize dair öneriler geldiğinde de zevklerin ve renklerin tartışılmazlığını vurguluyoruz. Bu kaçış bir tür toplum sözleşmesi halini aldı. Yani ortak bir anlayış oldu. Daha da ileri gidilerek -elbette tüm dünyada küreselleşmenin ve post modernizmin etkisiyle- bu tartışılmazlık dilde, edebiyatta ve hatta sanatın tamamında yerleşen bir anlayış halini aldı. Estetik değerin yani sanatsal anlamda güzelliğin ölçülemez olduğu fikri postmodernizmin temel anlayışlarından birisidir. Bu anlayışın kaynağı oldu ve yerleşmesini sağladı. O kadar ilerledi ki “ben böyle yaptım kardeşim, kendi duygularımı böyle dışavurdum” diyen sözüm ona şairler, romancılar oldu. Böylelerinden bazılarının kitapları da binlerce sattı. Hala da satmaktadır. Yakından hatırlayacaksınız Nilgün Bodur ismini ya da Şeyma Subaşı’nın son çıkan kitabını. Bunlar aslında daha marjinal örneklerdir. Şiirde de örnekleri vardır. Varlık Dergisi’nin Yeni Şiirler Arasında kısmında ya da irili ufaklı şair tekkelerinin dergilerinde de görebilirsiniz. Ya da Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında ya da Netflix’in dizilerinde ve belgesellerinde. Postmodernizm’de ne yeni vardır ne gerçek anlamda kuram ne de öz ve öze dayanan estetik değerler. Zaten özün olmadığı yerde biçim nasıl ayakta durabilir?

Elbette sanatın öznelliği nesnelliğe ağır basar ancak estetik değerin varlığı ya da yokluğu ve ölçülebilirliği öznel değildir. İnsanlığın yüzyıllardır ürettiği eser, yarattığı imgeler bir biçimle görünür oldu. Aynı zamanda bu birikim birden fazla yöntemine, tarzına ve anlayışa sahip oldu. Fakat bence en önemlisi felsefenin gelişimiyle sanat bir kurama hatta kuramlara sahip oldu.

Öte yandan zevkler de renkler de sanat namına, estetik adına yapılan herhangi bir üretim ya da yaratılan bir değer varsa tartışmaya açıktır ve ölçülebilir. Güzellik şüphesiz büyük ölçüde özneldir. Ancak bu demek değildir ki asla ve asla ölçülemez ve tartışılamaz. Estetik değerler farklı farklı anlayışlarla ele alınabilir. Zaman düzleminde ayrı, mekân düzleminde ayrı, kavramlar düzleminde ayrı incelenebilir. Hatta farklı kuramlar birbirleriyle kıyaslanabilir de. Sanatta eleştiri en çok bu yüzden gereklidir. Çünkü gelişim eleştirmekle mümkün. O yüzden eleştirmenleri vurmayın!

Başka bir mesele de değerlerin tartışılmazlığını kimin ortaya koyduğu meselesidir. Değerlerin tartışılmazlığını neoliberalizm ve ona dayanan postmodernizm ortaya koyuyor. Aslında dünyanın en büyük “özgürlükçüleri” ve “yenilikçileri” eleştiriyi reddediyor. Oluşturdukları tekellerle de sanat alanında da denetim sağladıkları için bugün küreselleşmenin kuramcıları yeni Ortaçağ’ın engizisyonunu temsil ediyor.

Emperyalizmin dayatmacılığını burada sosa batırılmış halde görüyoruz. Bunun nedeni ise basit: Eğer estetik değer, zevk tartışılmazsa birey ne kendisini ne de toplumunu değiştirebilir. Eğer estetik değerler, zevkler tartışılırsa güzellik kavramının içi boşaltılamaz ve sanat küresel sefalete aracı olmaz.

Bugün yaşadığımız niteliksizlik postmodernizmin karşıtında, bütünlüklü –fakat detayı da ihmal etmeyen- bir kurama ve estetik değerler sistemine sahip olmayışımızdan geliyor. Derinliği yakaladığımız anda, keşfedeceklerimiz ise bizleri bekliyor. Umut vadeden ise yeniyi yaratanların insanlığın ilerlemesinden taraf ve emperyalizme karşı çıkanların olmasıdır.

Muzun Küreselliği ve Sanatçının Sefaleti

Ancak bir olay var ki postmodernizmin bizi nelere maruz bıraktığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu bakımdan da hatırlarda hep kalacağını düşünüyorum. Yazımızın başlığını da atan bu olay Cattelan’ın 120 bin dolara sattığı muz. Bu muzun alameti farikasını biz çözemedik ancak kendisi bunun bir mizah olduğunu düşünmüş. Bildiğiniz üzere muzu bantlayıp müzenin duvarına asmıştı Cattelan. Ve bu muz açık artırmayla 120 bin dolara satılmıştı. Başka bir performans sanatçısı David Datuna ise “aç sanatçı” adını verdiği bir çalışmayla müzede bulunan muzu yemişti. 2017 yılında gösterime giren Square filminde aslında böylesi bir olaya atfen şu sözler söylenmiş:

“Eğer bir nesneyi müzeye yerleştirirseniz o nesne bir sanat eserine dönüşür mü? Eğer çantanı alıp oraya koyarsak sanata dönüşür mü?”

İşte bu milyon liralık muz meselesine verilecek cevap aslında bu sorudur.

Ancak bu olayın ötesinde muz deyince aklıma küreselleşmenin yükselişe geçtiği 1980’ler geliyor. O zaman da ülkemiz gümrüklerini açmış, bugünkü tüketime dayalı ekonomimiz “çikita muz” sevinçleriyle karşılanmıştı. Çikita muzu yiyen sanatçılar da vardı şüphesiz. Küreselleşme hâkim olduğu bütün zamanlarda ve mekanlarda sanatçıya sefaleti yaşattı. Hem bilinç yönünden hem estetik yönden. Değer yitimi yaşayan sanatçı nihayetinde maddi sefaleti de yaşadı ve aç kaldı. Bugün herkesin yakındığı durumdur sanatçının sefaleti. İşte küreselleşen muz, içi boşaltılmış bir “evrensel” cumhuriyet şeklini aldı ve sanatçıya sefaleti yaşattı.  Bugün bu sefaletin ihtişamlı batışını yaşamaktayız.

 

Gözen Esmer

TGB Ankara İl Yöneticisi

 

Kaynakça:

1- Film: Square (2017).

2- İsmail Tunalı, Marksist Estetik, Kaynak Yayınları.

3- Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, İthaki Yayınları.

4- Eagleton, Kültür Yorumları, Ayrıntı Yayınları.

5- Alexander Huxley, Cesur Yeni Dünya, İthaki Yayınları.

6- https://www.ntv.com.tr/sanat/duvara-bantlanmis-muz-120-bin-dolara-satildi,qjDqdzIAekmeF8grvtRs1g

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler