YAZAR
Çocuk yaşlarda sokaklara atılan Mehmet, Mücadele Çıkmazı sokağında arkadaşlarıyla birlikte kağıt toplayıcılığı yapar. En yakın arkadaşı Gonzi'nin çuvalından Ali çıkar. Aslında çuvaldan çıkan Mehmet’in kendisi yani çocukluğudur. Filmin devamında da Mehmet ve Ali'nin "maceralarına" tanıklık ediyoruz. Film "bir insanı kendinden başka kimse koruyamaz." mesajı veriyor. Bu yönüyle verilen mesaj topluma sırt dönmek, devamında da kendini çaresizliğe ve olanaksızlığa teslim ediyor. Filmin sunduğu, toplumun önüne konmaya çalışılan gelecek, geleceksizlik.
Mücadele Sokağından tam da beklenen şey!
Anneyi, çöp toplayıcısının çuvalına yani sokaklara bırakmayı zorlayan, evdeki şiddet. Tahsin Baba'nın bu durumda Mehmet'e sorduğu soru "Çocuk dayak yerken anası ne b*k yiyormuş?" Yani annenin çocuğu korumadığına ikna etmeye çalışıyor. Burada "anne" figürünü bu denli yorumlamak, yaşamı gerçekten koparmaktır. Anneyi bu şekilde konumlandıran film için şu soruyu yöneltmek gerekir; bu olaylar yaşanırken dünyada bir tane bile polis, bekçi, kamu görevlisi kalmamış mı? Filmin bu kısmı da biraz ironik . Aynı zamanda Mücadele Çıkmazı sokağında, mahalle boyu sokak çocuğu bulunuyor, burada "Türkiye'deki tüm anneler evdeki şiddetten veya başka sebeplerden ötürü çocuğunu sokaklara atıyor" algısını yaratılmak isteniyor. Ancak Türk toplumunda annelerin her türlü zorluklarla rağmen hem kendileri için, hem de çocukları için verdiği mücadeleler toplumsal bir gerçektir. Film bu gerçeğe gözünü kapatarak tüm anneleri tek bir kalıba sokuyor.
Filmin izleyicinin önüne sunduğu "güzel" bir arkadaşlık var Gonzi ile Mehmet Ali'nin. İki kağıt toplayıcısı, hayatlarını bir etmişler. Mehmet Ali her hastalık yaşadığında, Gonzi kolunun altına girip hastaneye götürüyor ve arkadaşlık görevi bitiyor. Belki de kardeşi kadar yakın olan Gonzi, Mehmet'in halüsinasyonları karşısında kılını kıpırdatmadan izliyor. Ali’nin hastalığını idare etmeleri için diğer kağıt toplayıcılarını da organize ederek günü kurtarıyor. Gonzi ile Mehmet Ali kardeş kadar yakınlar, ama Mehmet Ali hem psikolojik hem de fiziksel olarak hasta. Küçük Ali'nin kaçırılmasından sonra hastanelik olan bir Mehmet Ali'yi, kanının yarısından fazlası makinada olmasına rağmen hastanede tutabilmesi mümkün değil!
Mehmet'in ölüme gittiği sahnedeyse, can arkadaşı Gonzi onu engellemeye çalışır. Ancak Tahsin Baba'nın "bırak" demesi üzerine fiziksel ve zihinsel hastalıkları olan birini sokağa bırakır. Tam da bir aileden görmek isteyeceğimiz şey! Bu kısımda Tahsin Baba'nın, Mehmet'e "çocuk dayak yerken anası ne b*k yiyormuş?" sahnesindeki anne, aslında Tahsin Baba. Mehmet Ali'yi zihinsel hastalıkları döver ancak "baba" onu sokağa bırakır. Bu sahnede annenin de ne yaptığını, Tahsin Baba görmüş oluyor.
Film aslında ele aldığı şiddet konusu, toplumun hassasiyetlerine dem vuruyor ama bunu toplumdan kopararak yapıyor. İnsandan ve toplumdan uzak karamsar bir hayat kurguluyor.
- Toplum seni koruyamaz.
- İnsan kendini ancak kendi kurtarır.
- Zor durumda olan anneler çocuklarını sokaklara atar.
- Yanındaki can arkadaşın seni değiştirmek için bir şey yapmaz.
- Saldırılar toplumdan gelir.
- Sokak çocukları asla kurtarılmaz.
- Ve hayat mücadele çıkmazdır.
Filmin verdiği tüm bu mesajları arka arkaya sıralayınca neoliberalizmin kurmak istediği dünyayı ve geleceği görüyoruz. Netflix'in mevcut içerikleri, hem de emperyalizmin gençliğe saldırıları bize bunu gösteriyor. 3 Altında: Arcadia Hikayeleri filminde 10 yaşında çocukların öpüşme sahneleri, Minnoşlar filminde çocukların cinsel bir obje olarak kullanılması çürümüşlüğün apaçık örneğidir.
Filmdeki en ilginç şeylerden birisi, çocuğu sokağa atan anne, en sonda bir dakika gördüğümüz hemşire dışında filmde bir tane kadın yok. Travesti var, kadın yok. Kadının toplumsal hayatta ütopyalaştırılması adeta kadını canavarlaştırıyor. Neredeyse kadına yüklenen tek misyon, çocuğunu sokağa atmak. Bu yönüyle de kendine yabancılaşmanın, toplumsallaşmasına hizmet ediyor.
Film, Netflix'in ideolojilerinin altında oluştuğu için çürümeyi dibine kadar göstermiş. Dünyadaki her şey siyasiyse, Netflix'in mevcut siyasetleri yıkım dolu bir dünya vaat ediyor.
Hayat; gerici, üretmeyen, geleceksiz, çaresiz, toplumsuz....
Kağıttan Hayatlar filminin kapanış cümlesi "Sokak çocuğuydu Mehmet Ali. Üstünü örten bir anası yoktu. Kimsesizdi. Bizler gibi." Bu da filmin toplam ideolojisinin "dramatik" kısmı olmuş oldu. Mehmet'in öldüğü sahnede, annesi ile olan fotoğrafını yağmur alıp götürüyor ve Mehmet'ten geriye bir şey kalmıyor. Ancak Türkiye'deki candan arkadaşlıklar, en azından son bir anısına sahip çıkabilecek güçtedir.
Netflix'in çürümüş yayınlarının yerine, paylaşımcı, dayanışmacı, planlı, umutlu ve hayatta yaşanabilecek mevcut çelişkilerin çözümlerini filmlerimizde izlemek istiyoruz.
Görkem Uzunoğlu
TGB İstanbul İl Yöneticisi