

YAZAR
Türkiye, yakın tarihinde belki de hiç böylesi bir diplomatik pervasızlığa sahne olmamıştı. 9 Kasım günü AB büyükelçileri, HDP milletvekillerinin PKK terör örgütüyle ilişkilerinden dolayı tutuklu yargılanmasına karşı uluslararası ilişkiler açısından izahı mümkün olmayan bir eyleme imza attılar. TBMM çatısı altında yapılan HDP Grup toplantısında en ön sıralara oturarak tutuklamaları protesto ettiler. Böylece Türkiye'nin terör gibi en yakıcı gündemiyle ilgili bir iç meselesine açıkça ve bilfiil taraf oldular. Bundan daha vahimi, Gazi mecliste PKK'nın "Kürdistan faşizme mezar olacak" sloganına eşlik ederek bir suça ortak oldular. AB müzakereleri adı altında Türkiye'ye özerklik dayatan ve bölücü terör örgütlerinin sığınağı haline gelmiş Avrupalı emperyalist devletlerin temsilcileri PKK ne zaman sıkışsa zaten ortalığa fırlıyorlardı. Fakat ilk defa bu kadar ileri gittiler. Bağımsızlığımıza açıkça hakaret ettiler.
TGB'nin fikirsel kaptanı Attila İlhan ömrünün son yıllarında döne döne AB'nin ne menem bir şey olduğunu, Türkiye'yi ve Türk aydınını hangi oltalarla emperyalist kancaya takmaya çalıştıklarını anlatmıştı. AB'ye bağımsızlığımızı koruyarak üye olunamayacağını, ancak emperyalist devletlerin kapısında köle olunacağını en başından beri söylüyor, Türkiye'nin bağımsız Asyacı bir rota izlemesi gerektiğini savunuyordu.
AKP hükümeti iktidarının ilk yıllarında AB'ye tam teslimiyet politikası izledi. Türkiye'yi içeriden fethetmenin ideolojisi olan neoliberalizmin borusu bu yıllarda ötmeye başladı. Sürecin zirvesi ABli ülkelerin arabuluculuğunda ve Batı'nın bölünme ajandasına bağlı olarak yürütülen "Kürt Açılımı"ydı. Fakat son iki yıldır Batı ile AKP arasındaki ittifakın, Türkiye'nin bölünmenin eşiğine gelmesi yüzünden bozulmasıyla önce Açılım sona erdirildi, ardından terörle mücadeleye yeniden başlandı. 15 Temmuz'dan sonra ise AB ülkeleriyle ilişkilerde gerginlik had safhaya ulaştı. Hükümet yetkilileri ve Erdoğan, AB'yi demokrasinin yanında yer almamakla ağır şekilde suçladı. Gerçekten de resmi görevliler göstermelik mesajlar verip gecikmeli ziyaretler gerçekleştirirken Avrupa basını giderek otoriterleşen Erdoğan'a karşı adeta darbeyi haklı göstermeye çalışıyor, darbeye direnen Türkiye'ye karşısında olduğuna dair bir mesaj veriyordu.
15 Temmuz'dan bu yana Batı'nın bu düşmanca tutumuna karşı esip gürleyen ve "tam bağımsızlık" söylemini hem kendi medyasında hem de hükümet demeçlerinde giderek merkezileştiren AKP yönetimi, bu zamana kadar sırtını Avrasya'ya daha fazla yaslayarak bu hamlelere direneceğine dair bir profil çizdi. Fakat FETÖ çatlağının kendi içlerindeki yansıması olsa gerek, laiklik tartışmasında olduğu gibi bu konuda da, AKP kurmaylarından ikircikli sesler yükseldi. Erdoğan ve Yıldırım her gün Batı'ya "ayar verirken" 11 Kasım'da Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'ten tam tersi istikamette bir açıklama geldi.
AB'li büyükelçilerin mecliste PKK eylemi yapmasından birkaç gün sonra Anadolu Aslanları İşadamları Derneği'nin (ASKON) toplantısında Mehmet Şimşek "AB'den koparsak 3. Dünya ülkesi oluruz" dedi. Gerçek bu olmasa bile algının böyle olacağı ve bütün ilişkileri etkileyeceğini söyleyen Şimşek, Türkiye'nin AB üyeliğine kabulünün İslam dünyası açısından da hayırlı olacağını savundu.
Öyleyse soruyoruz: Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Bir sözcüsünün dediği diğerini tutmayan hükümette kimin dediği esas alınacaktır? Uluslararası kuşatmaya karşı Türkiye'nin cevabı bu mudur? Türkiye'yi "Üçüncü Dünya ülkesi" denilen azgelişmişlik kampına zincirlemeye çalışan AB'nin ta kendisi değil midir? Şimşek'in bu açıklaması AB'nin Türkiye'ye meclis çatısı altında attığı tokada diğer yanağımızı çevirerek karşılık vermekten başka anlama gelmemektedir. Türkiye'nin bağımsızlığına kast edenlere mavi boncuk dağıtmak demektir. Özetle teslimiyettir.
Türkiye Batı destekli teröre karşı kıran kırana mücadele verdiği bir dönemde kaşı gözü ayrı oynayan bir dış politikayla ayakta kalamaz.
Tam bağımsızlık insanları yüreklendirmek için uydurulmuş bir retorik değil, milli egemenliğin stratejisi ve eylem programıdır. Ancak Atatürk gibi kararlı, başı dik durur ve direnmenin koşullarını hem içte hem dışta yaratmayı başarırsanız bağımsız olabilirsiniz. AB'nin küstahlığına Mehmet Şimşek gibi önünüzü ilikleyerek yanıt verir ve Suriye'ye karşı düşmanlığı sürdürürseniz Atlantik'ten esen rüzgarın şiddetine kapılır gidersiniz. Çok fırtınalar görmüş bu millet, Asya'dan esen bağımsızlık rüzgarını arkasına alır, iktidar koltuğunu korkuluk gibi işgal edenleri daha fazla orada tutmaz.