Birinci Dünya Savaşından Cumhuriyete Salgın Hastalıklarla Mücadele

Salgın hastalıklarla olan mücadelede başarının sırrı halka yönelik, fedakarca ve dayanışma içinde çalışma yürütülmesidir.

Birinci Dünya Savaşından Cumhuriyete Salgın Hastalıklarla Mücadele
Elfide Nur Atalay
Elfide Nur Atalay
YAZAR

11 Mart 2020 tarihi itibariyle Türkiye gözlerini Koronavirüs’e açtı. Alınan onlarca önlemle Türkiye Dünya Sağlık Örgütü’ne dahi örnek olmuş, virüsün Türkiye’ye oldukça geç girmesini sağlamıştı. O tarihe dek dünyada salgın onlarca ülkeden yüzlerce can almıştı. Dört yanımızdaki komşularımızın da virüsten kayıplar vermeye başlamasıyla korkulan oldu. Maalesef virüs engel tanımamış, ülkemize sıçramıştı.

Virüs ve salgın hastalıklarla mücadele Anadolu tarihinde ilk kez görülmüyor. Yüzlerce yıldır onlarca milletin yaşadığı bu topraklar birçok hastalığa da ev sahipliği yaptı. Biz bu yazıda cumhuriyetin kurulma sürecinde işgal kuvvetleri kadar etki sahibi olan salgın hastalıkları inceleyeceğiz.

CEPHEDEN CEPHEYE TAŞINAN HASTALIKLAR

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı yalnızca düşman kuvvetlerle mücadele etmiyor, bir yandan da açılan cephelerden gelen askerlerin getirdiği salgın hastalıklarla mücadele ediyordu. Frengi hastalığı Galiçya bölgesindeki cepheden dönen Osmanlı askerleriyle; Hicaz’daki kolera, Mısır ve Beyrut bölgesindeki veba ve İspanyol nezlesi de hacılarla, esirlerle ve deniz yoluyla Anadolu’ya taşınmıştı. Bunların dışında tifüs, kolera, sıtma (malarya) ve frengi Anadolu’yu kasıp kavuran hastalıklardı. Bunlardan tifüs Erzurum ve Doğu Anadolu bölgesinde görülmeye başlanmış ancak Karadeniz, Trabzon çevresine asker sevkiyatlarıyla beraber bu bölgelere de taşınmıştı. Özellikle askerler arasında yüzlerce can alan tifüs, savaş esnasında en çok mücadelesi verilen hastalıklardan biriydi.

SAVAŞ ESNASINDA ALINAN TEDBİRLER

Birinci Dünya Savaşı’nda hükümetteki İttihatçıların kökeninde var olan halkçı politikaları, savaş boyunca süregelen salgın hastalıklara karşı mücadelede önemli rol almıştır. Bu minvalde yapılan faaliyetlere örnek olarak;

- I. Dünya Savaşı yıllarında askerler cepheye gönderilmeden önce “tahaffuzhane” adı verilen birimlerde bulaşıcı hastalıklara karşı bağışıklığı güçlendirmek için aşılanması,

- Şehirlerde dezenfeksiyon amacıyla önce sabit tebhîrhane ve daha sonra ise seyyar buğu ve etüv makineleri kullanılması,

 - Her kaza ve nahiyede yine dezenfeksiyon amacıyla üç buğu sandığından oluşan tebhîrhaneler kurulması,

- Erzurum, Sivas ve Merzifon’da aşı laboratuvarları açılarak, I. Dünya Savaşı’nda ordunun birçok birliğine kolera, tifüs, çiçek vb. hastalıklar için aşılar yapılması, bunun yanında sivil halka da aşı uygulamalarının ve hijyen çalışmalarının yapılmasını verebiliriz.

MİLLİ MÜCADELE’DE İLK SAĞLIK ÇALIŞMALARI

Yukarıda bahsettiğimiz onca önlem ve aşı çalışmaları salgının yayılmasını yavaşlatmış ancak bazılarını durdurmaya yetmemişti. Yıllardır savaş halinde olan Anadolu topraklarında açlık ve hastalık baş göstermeye devam ediyordu. Bu koşullarda dahil halkımız topraklarını savunmaktan bir adım geri durmamıştı.

Anadolu’daki Millî Mücadele hareketinin üstün fedakarlığıyla Nisan 1920’de TBMM açılmıştır. Önce kurulduk sonra kurtulduk şiarıyla baktığımızda ilk meclisin yaptığı görevlendirmeler Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atmış ve kurulmasını sağlamıştır. Bu süreçte, 2 Mayıs 1920’de, TBMM’nin açılışından sonra kurulan ilk kabinede Adnan Adıvar ilk Sağlık Bakanı olarak seçilmiştir. Dr. Adıvar bir sağlık memuru ile beraber göreve başlamış ve bu dönemde sağlık hizmetlerini koruma ve kurtarma olarak iki bölümde planlanmıştır. Beraberinde kuduz tedavi müessesesi, aşı hane ve bakteriyoloji bölümleri kurulmuş, Burgaz Adasında verem sanatoryumu açılmış ve İtalya’dan çiçek aşısı getirtilmiştir.

VATANSEVER CUMHURİYET HEKİMİ: REFİK SAYDAM

1921 yılında Refik Saydam’ın sağlık bakanı olarak görev almasıyla beraber sağlık alanındaki çalışmalar başka bir boyuta ulaşmıştır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin temellerini atan Refik Saydam aslında bugün Türkiye’de salgın hastalıklarla mücadele sisteminin de önemli bir yapıtaşıdır. Halk sağlığı çalışmalarıyla öne çıkan Refik Saydam, Mustafa Kemal ile beraber 19 Mayıs’ta Samsun topraklarına ayak basan, kongrelerin her birine katılarak adım adım Anadolu’yu gezen Atatürk’ün yol arkadaşlarından biridir. 1. Dünya Savaşı’nda ve milli mücadele yıllarında cepheden cepheye koşarak hekimlik yapmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk Refik Saydam’ın görev aldığı meclis toplantısında “.....Hükümeti Cumhuriyetin başlı başına bir esas olarak muvaffakiyetle takip eylediği sıhhat mücadelesine, gittikçe vesaitini arttıran bir vüsatle (genişlikle) devam olunmak lazımdır ve mühimdir” sözleriyle sağlık çalışmalarına verdiği önemi belirtmiştir. Bu sözler üzerine Refik Saydam çalışmalara başlamıştır.

Refik Saydam hem vatansever hem de tıbben donanımlı bir hekim olarak cumhuriyet dönemi sağlık çalışmalarının neredeyse tamamının fikir babasıdır. 10 maddede sağlık hizmetlerinin temel ilkelerini şu şekilde açıklamış, ardından bu ilkelerin her birini gerçekleştirmiştir.

1.     Devletin sağlık teşkilatını kurmak

2.     Fazla sayıda hekim yetiştirmek

3.     Numune hastaneleri açmak

4.     Ebe ve sağlık memuru yetiştirmek

5.     Doğum ve çocuk bakımevleri kurmak

6.     Verem sanatoryumu açmak

7.     Sıtma, frengi, trahom ve diğer sosyal hastalıklarla mücadele etmek

8.     Sağlık ve Sosyal Yardım Teşkilâtını köylere kadar götürmek

9.     Sağlık ve sosyal kanunları çıkarmak

10.  Merkez Hıfzıssıhha Müessesesini ve Hıfzıssıhha Okulu’nu kurmak.

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA SAĞLIK POLİTİKAMIZ

Refik Saydam’ın çalışmalarıyla beraber salgın hastalıklarla mücadele kapsamında 3 önemli kongre gerçekleştirilmiştir. Bunlardan ilki sıtma ve verem tedavisi ve mücadelesi, ikincisi öncelikle trahom ve verem tedavisi, 3.sü ise frengi hastalığı gündemiyle toplanmıştır. Mustafa Kemal tarafından da “Ulusun, ulus gençlerinin, çocuklarının sağlıkları, sağlamlıkları, gürbüzlükleri üzerine düştüğümüz çok gerekli bir dirilik iştir. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın bu yönden bize kıvanç verecek çalışmalar yapmakta olduğunu görmekteyiz” sözleriyle yapılan bu kongreler takdir edilmiştir. Kongrelerle belirlenen sağlık politikası, sonrasında 1946 yılında Dr. Behçet Uz’un Sağlık Bakanlığı döneminde dahi uygulanmaya devam edilmiştir.

Salgın hastalıklar kapsamında yine cumhuriyetin ilk yıllarında;

-       Veremle mücadele dernekleri açılması

-       21 maddeden oluşan sıtma ile mücadele kanunu çıkarılması

-       Frengi komisyonunun kurulması ve penisilinin tedaviye eklenmesi

-       Trahomla mücadele kapsamında il il gezilmesi ve bir kurul oluşturulması                                                     

-       Çiçek hastalığına karşı aşılama çalışmalarının sistemleştirilmesi

-       Kuduz ile mücadele kapsamında İstanbul başta olmak üzere Ankara, Erzurum, Diyarbakır, Konya ve İzmir’de Kuduz Müesseseleri’nin yıllar içerisinde açılması ve en sonunda 1937 yılında Hıfzıssıhha Merkezi’nde kuduz serumunun üretilmeye başlanması

çalışmaları yürütülmüştür. Bu çalışmaların sonucunda Türkiye’de salgın hastalıklarla mücadeleye dair sağlık politikaları temelleri oluşmuştur.

VİRÜSÜ HEP BİRLİKTE YENECEĞİZ

Birinci Dünya Savaşı’ndan cumhuriyetin ilk yıllarına kadar yürütülen sağlık çalışmalarının ve salgın hastalıklarla olan mücadelenin temelinde yatan en önemli anlayışın halka yönelik çalışma yürütülmesi olduğu görülüyor. Savaş koşullarında açılan dispanserler, taşınabilir sahra hastaneleri, getirilen aşılar ve daha niceleri yüzlerce ölümün önüne geçti. Bugün üzerinde bağımsız yaşayabildiğimiz bir toprağın olmasını sağlayan atalarımızı işte bu anlayış kurtarmıştı. İttihat ve Terakki önderlerinin, Millî Mücadele liderlerinin açlık ve sefalet içerisinde yalnızca düşmanla değil halkı için hastalıklarla da mücadelesi bu millete tarih yazdırdı. Devlet ve millet tek yumruk olarak bağımsızlığına el sürdürmeyen Türk Milleti işte bu zorlukları yendi ve bugünlere sıyrılıp geldi.

Bugün ülkemizde var olan Koronavirüs salgını bahsettiğimiz süreçten bağımsız değildir. Salgına dair devletimiz hem öncesinde hem de şimdi çok ciddi çalışmalar yürütmektedir. Var olan ekonomik krizin etkileri sürmekteyken bunun etkisini en aza indirerek, koruyucu sağlık önlemlerini sürdürerek virüsle mücadele edilmektedir. Bize düşen görev, yaşlısıyla genciyle, çocuğuyla ebeveyniyle devletimizin arkasında tek yumruk olmak ve virüsle mücadeleye destek olmaktır. Devletimizle el ele vererek başaramayacağımız şey bulunmamaktadır.

Elfide Nur Atalay – TGB İzmir İl Yöneticisi

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi – Tıp Fakültesi

KAYNAKÇA

1.     BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ESNASINDA ANADOLU’DAKİ SALGIN HASTALIKLAR VE ERMENİLER         Ramazan ÇALIK-Muzaffer TEPEKAYA 

2.     ZEUGMA II. ULUSLARARASI MULTİDİSİPLİNER ÇALIŞMALAR KONGRESİ, TAM METİN KİTABI, OSMANLI’DA SEFERBERLİK DÖNEMLERİNDE SALGIN HASTALIKLARA KARŞI HALK SAĞLIĞI MUHAFAZASINA DAİR BULGULAR, Sayfa 1173    

3.     http://www.turkailehekderg.org/wp-content/uploads/2016/10/Tahud-10-Cilt-20-sayi-2-cumhuriyet-donemi-bulasici-hastaliklar-mucadele.pdf

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler